Kâinatta dünya gibi hayatın gelişebileceği sayısız gezegen var ve bunların çoğu dünyamızdan yaşlı olduğu için barındırdıkları zeki yaratıklar bizden çok ileri olmalı.
Neden o zaman hiçbiri bizi varlığından haberdar etmiyor? Niye ziyaret edilmiyoruz? Niye, hiç olmazsa, bir sinyal göndermiyorlar?
Bu konuda birçok teori var.
Bir teori, diğer gezegenlerin akıllı varlık barındırmadıklarıdır. Kâinatta tekiz. Gezegenimizi nasıl hızla yok ettiğimiz düşünülecek olursa, ürkütücü bir olasılık –yaşayan son kadını karnındaki bebekle beraber öldürmek gibi ürpertici.
Bir başka olasılık, başka gezegenlerde canlılar olduğu ama bunlardan hiçbirinin insanın ulaştığı teknolojik gelişim düzeyinde olmadığıdır.
Teorilerin en ürkütücü olanı ise belirli bir kalkınmışlık düzeyine erişen bütün akıllı canlı türlerinin kendilerini yok ettiğidir. Bizim yapma yolunda olduğumuz gibi. Kâinattan bir sinyal gelmemesinin nedeni budur: Zekâ, nerede olursa olsun, belirli bir gelişmişlik düzeyine geldiğinde, kendi gibi olan diğer canlılara varlığını ilan edemeden kendini yok eder.
Bu teoriye inanırsak bütün ileri teknoloji yaratmış olan yaratıkların son kertede bizim gibi aptal olduğunu var saymamız gerekir.
Böyle bir varsayımda bulunmanın doğru olmadığını sanıyorum.
Açgözlülükten ve bencillikten uzak olan, diğer canlılarla uyum içinde yaşayan bir akıl, yıkıcı olamaz. Bunun kanıtı çevremizde mevcuttur. Yeryüzünde var olan milyarlarca canlı türü içinde açgözlülük, bencillik ve diğer canlılarla uyum içinde yaşayamama özelliklerine sahip tek yaratık insandır.
Bir başka gerçek daha var: Yeryüzünde homo sapiens olarak var olduğu 250,000-350,000 yıl içinde insan değişikti ve o şekilde kalsa idi, yok olmanın eşiğinde olmak yerine, gezegende ebediyen var olabilirdi. İnsan yerleşik hayata geçtikten sonra zalim ve açgözlü ve evet, mutsuz oldu.
Genç bir İngiliz antropolog 1950’lerde üç yıl Afrika’da Kongo Nehri’nin kıyısında pigmelerle yaşadı. Dillerini öğrendi, geri döndükten sonra onları Orman İnsanları adlı kitabında* anlattı.
Pigmeler modern dünyadakilerden çok daha kaliteli, sakin, tasasız ve mutlu bir yaşam sürüyorlardı.
“Onlar ormanda bütün zorluklarına, sorunlarına ve trajedilerine rağmen hayatı, neşe ve mutluluk dolu ve gamsız bir varoluş biçimi yapan bir şey buldular,” diye yazdı.
Pigmeler ormanı “anne” ve “baba” kabul ediyorlardı. Kendilerini o kadar ormanın ve orada yaşayan canlıların bir parçası sayıyorlardı ki “ormandan olmayanın dışında hiçbir şey onları korkutmuyordu.”
Avlanmadıkları zaman, ormanda silahsız dolaşıyorlardı.
Bir pigme bunu şöyle açıkladı: “Ormanın Çocukları olduğumuza göre ondan korkmamız için ne sebep olabilir?”
Lidersiz, malsız mülksüz, tanrısız ve peygambersiz, cennet ve cehennemsiz yaşayan pigmelerin hayatı işbirliği ve kavgasızlık üzerine kuruluydu.
Avlanan hayvanlar, sayısı yüzü geçmeyen kabile üyeleri arasında paylaşılıyordu. Ve hiçbir zaman o gün yenecek olanın dışında hayvan avlanılmıyordu. Evli olmayan gençler arasında seks serbestti.
Böyle bir hayatı terk edip kâinatta başka akıllı yaratıklar var mı diye kafa patlatıyorsak kendimizi akıllı diye tanımlamak bana biraz saçma geliyor.
*Colin M. Turnbull/ The Forest People.
27 Ocak 2022 tarihli yazısı
Bu yazının 27 Ocak 2022 tarihli yorumlarına baktım. Ve Ece Aksoy’un yorumu o kadar hoşuma gitti ki. “ece aksoy
siz akıllı ve duyarlısınız. bunu söylemek bana düşmez af edersiniz ama aklımıza gelmiyecek olmuşları doğanın mucizelerini duyguları. bize gösterdiğiniz duyurduğunuz için. varsınız. varolacaksınız. teşekkürler” Ece Hanım çok haklı. Çok akıllı, çok duyarlı, bize bilmediğimiz çok şey öğreten, duyuran bir insanı kaybettik. Bize çok şey katan Metin Münir hep var ve hep bizimle olacak. Çok teşekkürler Metin Bey ve çok teşekkürler Ece Hanım.