Neden bazı ülkeler ekonomik mucize yaratırken bazıları geri kalmışlıktan kurtulamaz?
Bu soruyu sayısız defa sormuşumdur. Çünkü biz Türkler geri kalmışlıktan kurtulamayan, hatta son yıllarda bulunduğu yerden de geri gidenler arasındayız.
Japonya, Güney Kore ve Çin için fakirliği silmek en az bir nesil boyu olağanüstü hızlı büyüme gerektirdi. Bunu İrlanda, İspanya ve Singapur örneklerinde de gördük. Son yıllarda Vietnam ve Bangladeş de hızlı bir fakirlikten kurutuş ivmesi yakalamış durumda.
Kongo’da, örneğin, böyle bir atak göremiyoruz.
Türkiye ve onun üvey evladı olan KKTC’de ise ilerleme değil, gerileme var.
Neden bazı ülkelerin Üçüncü Dünya’dan Birinci Dünya’ya terfi ederken çoğunluğun Üçüncü Dünya’da debelenmeye devam ettiğini açıklamaya çalışan birçok kitap var.
Bunlardan sonuncusunu Oxford Üniversitesi profesörlerinden Stefan Dercon yazdı. Gambling on Development – Parayı Kalkınmaya Basmak adlı kitabında Dercon’un bulduğu cevap şudur: Bir ülke, yönetenlerin kalkınmayı hedeflemesi ve kalkınma yolunda sebat göstermesi hâlinde kalkınabilir.
Büyüme, gücü elinde tutanlar onu isterse olur. Mucize mümkündür, ama kontrolü elinde tutanlar mucize olmasını isterlerse.
Türkiye’de ve KKTC’de böyle bir arzu göremiyoruz. Politikacılar gece gündüz “büyüme”, “kendi ayakları üzerinde durma” lafı ediyor ama uyguladıkları ve uygulamaktan kaçındıkları politikalar bu amaçlara hizmet etmeye yönelik değil.
Bunun böyle olduğunu sonuçlardan görüyoruz.
AKP’nin ilk dönemindeki göz alıcı büyüme hızı tarih oldu. O büyüme iki temel üzerine kuruluydu: Uluslararası Para Fonu IMF’nin hazırladığı kapsamlı reform programı ve o programı desteklemek için o güne kadar kurumun herhangi bir ülkeye açtığı en büyük kredi. Ve o yıllarda para içinde yüzen uluslararası finans piyasasının kalkınmakta olan ülkelere cömertçe açtığı ucuz krediler.
Fakat Erdoğan bu altın yumurtlayan tavuklarını çabuk kesti. Tek adam rejimi kurdu ve dış maceralara girişti. Ehliyete değil sadakate dayalı bir yakın çevre inşa etti.
Sonuç; başını alıp gitmiş bir enflasyon, yokuş aşağı giden bir Türk Lirası ve ufukta düşüşten kurtulma ışığı görülmemesinin yarattığı yaygın ümitsizlik ve mutsuzluktur.
KKTC’deki durum daha da acıklıdır. Burası Türk lirası kullandığı için Türkiye’nin bütün hastalıklarını ada olma hasebiyle daha da ağır olarak geçirmektedir. Ama bundan daha büyük sorun, olağanüstü beceriksiz ve yeteneksiz bir siyasi kadroya ve bürokrasiye sahip olmasıdır.
İki büyük siyasi parti, UBP ve CTP bir araya gelip atla deve olmayan bir reform paketini Meclis’ten geçirse ve yakasını AKP’nin baskıcı elinden kurtarsa KKTC çok geçmeden düzlüğe çıkabilir.
Ama bunları yapabilmeleri için anlamaları gereken ilk şey, AKP Türkiyesi ile KKTC’nin çıkarlarının artık örtüşmediğidir.
Ankara Kıbrıs sorununu çözme politikasını terk etti. KKTC’yi uygun bir zamanda ilhak etmek istiyor. Bu arada da tamamen kontrolü altına aldığı UBP vasıtasıyla adada Türkiye’de olduğu gibi baskıcı bir rejim kurmayı amaçlıyor.
Baskı, Çin’de ve kısmen Singapur’da gördüğümüz gibi süratli kalkınmaya vasıta olabilir. Bizde ise sadece yöneticileri ve çevresindekileri zenginleştirmeye yarıyor.
Kıbrıs TR 'nın kırmızı çizgisidir. Hangi iktidar gelirse gelsin devletin ada politikası değişmez. İlhak olayı diyede birşey yoktur. Zaten şu andada konjektor müsait değildir. En iyi çözüm Kıbrıs 'ta 2 toplumun 3 aşağı 5 yukarı anlaşarak bağımsız 2 ayrı devlettir. TR zaten garantördür. Soydaşlarımızı kurda, kuzuya , Rum 'a karşı korur. Merak etmeyin TR 'de seçimlerden sonra ekonomide ve diğer konularda büyük rahatlama olacaktır.