Bu sabah uyandığımda güneş bekliyordum ama hava kapalıydı, yağmur yağıyordu ve soğuktu.
Ufak, sesini duyurmayan bir yağmurdu yağan. Teras ıslaktı ama turuncun altı kuruydu, damlalar ağacın altına nüfuz etmemişti ve etmeyecekti de çünkü yağmur kısa zamanda duracaktı.
Ağacın üzerinde kokusunu
penceremden içeri yollayan beyaz çiçekler var. Belki bütün narenciye türlerinin anası olduğu için narenciye çiçekleri arasında çiçeğinin kokusu en güçlü olan turunçtur. Bu yüzden bu zamanlarda Gonca kapımı çalar çiçek suyu yapmak için turuncumdan çiçek toplardı.
Gonca ağacın nerede olduğunu bilirdi. Köydeki bütün bahçelerdeki ağaçların nerede olduğunu bilirdi muhtemelen, çünkü köyde doğmuştu ve onun çocukluğunda gençliğindene çit vardı ne duvar ne de kilitli kapılar. Çocukluğunda bütün bahçeleri dolaşmıştı, kimin bahçesinde ne yetiştiğini biliyordu.
Benim bahçedeki babutsaları ben bu araziyi almadan çok önce tattığı için kendi bahçesindekiler kadar iyi olmadığını söylerdi.
“Seninkiler susuz.”
Gonca tek başına yaşıyordu. Bahçesinde yetişen meyveler benimkilerden lezzetli idi.
Bir ara köyden Balabayıs’a yürüyen turistlerin bahçesinin yanında durup heyecanlı seslerle konuştuğunu, fotoğraf çektiğini görmeye başladım. Ona kapısının önünde rastladığımda nedenini sordum. Gülümseyerek limon ağacını işaret etti. Bir dalında küçük kavun büyüklüğünde bir meyve vardı.
Sahibi öldüğü içindir belki, bu ağaç artık böyle büyük limon vermiyor.
*
Akşam oldu. Şimdi, güneş batmak üzere iken gökyüzü koyu maviden açık maviye döndü.
İçinde banyo yaptığım mucizevi havada sararmış ekin, frezya ve narenciye çiçeği kokusu var.
Başımı kaldırınca beş altı küçük yarasa görüyorum. Ufak bir bölgede, ses çıkarmadan, çarpışmadan, müthiş bir süratle, sinek avlıyorlar.
*
Yaşlı bir adam o. Güneş çıkınca sandalyesini kapının önüne çeker ve kemiklerini ısıtarak ömrünün eski günlerini düşünür.
Hayatı tenhalaştı. Boşalan yerlere hatıralar doluştu. Olup bitenlerle boğuşuyordu, şimdi olup bitenlerin anılarıyla boğuşuyor.
Yolculuğu onunla beraber yapanlar, yolculuğun kendisi, pencereden gördüğü manzaralar …Ama tren istasyona vardı. Son durak. Keşke başka bir trene binseydim, başka bir yerde inseydim yok artık.
Belki böyle değil ama. Favori yazarlarımdan Sybille Bedford (1911-2006) “Geçmişi iyi ve zengin bir şey olarak hissediyorum,
hiç de arkada kalmış olarak değil,” diye yazmıştı.
Belki yaşlı adamın geçmişi de öyle, maceralar, aşklar, iyi arkadaşlar, talih ve talihsizlikler dolu; ama son tahlilde iyi ve zengin ve bu güneşli gün ile bağı kopmuş değil.
Kim bilir…
46 yıl onceydi yol kenerları limon turunç ağaçları ileseyahat ederdik nereye gitsek şimdi nasıldır bilmem