Türkiye’de gazetecilik yaparken ülkenin geri kalmışlık bataklığında çırpınışlarını izler ve İrlanda, İspanya, Güney Kore, Singapur gibi üçüncü dünyadan birinci dünyaya terfi etmeyi becerememesinin nedenlerini kafamda analiz ederdim.
Bu dört ülkenin de nasıl zenginleştiğine dair birçok şey okudum ve deneyimlerini Türkiye ile karşılaştırdım.
Türkiye’nin demokratikleşme ve kalkınma gayreti bu dört ülke ile aşağı yukarı eşzamanlı başlamıştı. Büyüme potansiyeli ise onlardan çok büyüktü. Ama onlar hızla Türkiye ile aralarını açtılar. Türkiye ise 1980’lerde ve 2000’lerin başında yarışa katılır gibi olduysa da nefesi yetmedi.
Ve bugünkü hâl: Otoriter bir rejim, yüksek enflasyon, bütçe açıkları, devalüasyon, yaygın mutsuzluk. Kurtulmak için bir umut ışığının görülmemesi…
Sadece bir ülkeyi anlatacağım: İrlanda.
İrlanda yüzyıllar boyunca İngiltere’nin zalimce iliğini emdiği bir sömürgesi idi. On Dokuzuncu Yüzyıl’da meydana gelen kıtlık, açlık, göç ve hastalık nüfusun üçte bir azalmasına neden oldu.
Geçen yüzyılda bağımsızlığına kavuştuktan sonra İrlanda bu defa kötü yönetimlerin elinde kör çar oldu. 1950’lerde siyasi partiler, sendikalar ve kilise sefalete son vermek üzere uzlaşmaya vardı. Ülke istikrara kavuştu. Ekonomi düzelmeye başladı. Ardından Avrupa Birliği üyeliği geldi. İhracata dönük yabancı sermaye çekmek amaçlı, bir ara Erdoğan’ın da kopya edip terk ettiği, bir düzen kuruldu. Çok uluslu şirketler İrlanda’ya koştu. Ülke AB’nin en zengin ülkelerinden biri oldu. Orada gerçek ücretler bütün OECD ülkeleri arasında en yüksek olandır. Ekonomi o kadar sağlamdı ki Covid-19 salgınından bile etkilenmedi.
İrlanda’da kişi başına düşen gayri safi milli hasılanın geçen yılın sonunda 82,500 dolar olması bekleniyordu. Türkiye’nin ise aynı dönemdeki beklentisi 9,528 dolar idi.
Neden Türkiye, İrlanda ve diğerlerinin ulaştığı menzile ulaşamıyor?
Bu konuda kitap yazılabilir.
Ben bir cümle önereceğim: Türkiye’nin potansiyelini gerçekleştirememesi bir kişilik meselesidir.
Uzlaşı yerine kavgayı seçen… Kamu yararı yerine kişisel çıkara öncelik veren … Bilgi yerine inanca saplanan… Ekonomiye iş bilir bir tarzda yön vermeyen… Otoriter olmayı demokratik olmaya tercih eden… Kendi gibi olmayanları ezme eğiliminde olan… bir siyasi kişilikten bahsediyorum…
İspanyollar İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra o kadar yoksuldular ki ot yiyorlardı. İrlanda gibi onlar da değişik ideoloji ve inanca sahip olan partilerin uzlaşıya varmasıyla bugün yaşadıkları refaha varan yolu açtılar.
Türkiye’de bu yola girileceğine dair hiçbir emare görmüyorum. Bu da ümit yok demektir.
Ne acıdır ki bir fındık kabuğunu doldurmayan KKTC’de durum daha vahimdir, çünkü Kıbrıslı siyasilerin kişilik zaafları çok daha büyük ve çeşitlidir.
OKUYUCULARIMA NOT: Geçirdiğim küçük bir ameliyat nedeniyle yazılarıma ara vereceğim. Bundan sonraki yazım
11 Haziran’da çıkacak.
Umut var Metin Bey. 2000 sonrası doğan AKP ile büyüyen internet nesli dinin değil, bilimin bilginin çıkış yolu olduğunu görüyor. Ortadoğu bataklığının ne olduğunu bizzat yaşıyorlar. Eğer internet olmasaydı ve akıllı telefonlar ile hayatımıza bu denli yol vermeseydi ben de sizin gibi umutsuz olurdum (yaşım 41)...
Umut fakirin ekmeği, yumul yumul aç yat .:))))