Hasan Hastürer’in Kıbrıs Gazetesi’ndeki yazısından öğreniyoruz ki CTP başkanı ve önde gelenleri TC Büyükelçiliği’nde verilen 29 Ekim resepsiyonuna davet edilmemiş.
Seni beğenmiyorum, onaylamıyorum ve istemiyorum, demiş oldu Ankara bu şekilde CTP’ye.
Bunu diyerek KKTC Türklerine de bir mesaj verdi: Bu partiye oy vermeyin, çünkü seçimleri kazanır hükûmet kurarsa sorun çıkarırım. Yardımı azaltırım veya keserim.
Bir de, CTP başkanı da zahmet edip cumhurbaşkanlığına aday olmasın. Önünü keserim. Kazanırsa …
Gerisini herkes biliyor.
CTP, bilmeyenler için söylüyorum, ana muhalefet partisidir ve son seçimlerde her üç seçmenden birinin oyunu aldı.
Kurulduğu 1970 yılından beri Ankara’nın alerji duyduğu, güvenmediği, “aşırı Rum dostu” ve “birleşik Kıbrıs yanlısı,” saydığı ve başından beri önünü kestiği bir partidir CTP. Kurucusu Mithat Berberoğlu (1921-2002) 1973’te cumhurbaşkanlığı muavini seçimlerinde Rauf Denktaş’a (1924-2012) rakip çıktığı için evine hapsedilmiş ve adaylığını geri çekmeye zorlanmıştı.
Türkiye’yi o zaman rahatsız eden, CTP’nin güneydeki komünist AKEL partisi ile olan yakın ilişkisi idi. Bu yakınlık bugün de devam ediyor. Bu yakınlığın Ankara’da yarattığı hoşnutsuzluk da.
CTP geçen yılki resepsiyona da davet edilmemişti.
Parti, elçilikten nedenini araştırdığında şu minvalde bir cevap almıştı: “Siz Cumhurbaşkanımızın (Erdoğan) Meclisinizdeki konuşmasını boykot edip toplantıya katılmadınız. Bu nedenle bundan sonra sizi kale almayacağız.”
“Geçen sene davet edilmeyişimizin Erdoğan’ın emri ile olduğu söylendi bize,” dedi bir CTP’li. “Bu defa da aynı olduğunu varsayıyoruz.”
AKP’nin Kıbrıslıların siyasi iradesine saygısı olmadığını bilmeyen kaldı mı? Ankara onaylamadığı siyasetçilerin önünü kesiyor. Sorgusuz sualsiz verdiği emirlere uyacak politikacıları karar mevkiine getirmek için ne gerekirse yapıyor.
Acente olarak da buradaki partilerin en büyüğü ve kuklalığa rıza gösteren UBP’yi tayin etti. UBP kongresinin seçtiği başbakanı devirerek yerine kendi adamını ikame etti ve bakanlarını atadı.
Kol kırılır yen içinde kalır, durumu da yok.
Demek istediğim Ankara’nın KKTC’yi istediği şekle sokmak için yaptıkları kapalı kapılar ardında olmuyor. Güneydeki komşumuz ve orada elçiliği bulunan devletler dahil, bütün oyuncular ne olup bittiğini en ufak ayrıntısına kadar biliyor. Ayak diremeğe kalkışan politikacılara tabanca gösterildiği bile yaygın olarak konuşuluyor.
Ama gariplikler burada da sona ermiyor.
Hatırlayacaksınız, Ankara geçen sene, yıllardır konuşulan federasyon formülünden vazgeçmiş “iki eşit egemen devlet” çözümünü ortaya sürmüştü. Ama Ankara’nın egemen bir entite muamelesi yapmadığı KKTC’yi, başka devletler neden ciddiye alsın?
Kuklalar tarafından yönetilen, Türkiye’nin uzantısı olacak bir egemenliği, KKTC’ye hangi devlet neden tanısın?
“Bu işin mantığı ne?” diye sordum emekli bir politikacıya.
Güldü ve “Sen hâlâ mantık mı arıyorsun?” dedi.
Barış savaştan her zaman daha hayırlıdır ve kârlıdır. Bakınız, Yunana karşı en büyük zaferi elde etmiş komutan sadece birkaç sene sonra yine aynı yunanla iyi ilişkiler kurmuş. Bir asır sonra bugün, Rumlarla zamanında mücadele eden mücahit onlarla iyi ilişkiler içerisine girmemizi öğütlüyor. Reflekslerle hareket etmek yerine şapkayı önümüze koyup düşünmemiz lazım.