Aradan geçen uzun yıllara rağmen bulunduğu coğrafyadaki Türk varlığı üzerine oynanmak istenilen oyunlar hiç değişmedi.
Bir 30 Ağustos’u daha yaşadık!
26 Ağustos’ta başlayıp 30 Ağustos 1922’de sona eren ve düşmanın denize dökülmesiyle bitti zannedilen süreç aslında hiç durmadı, devam ediyor.
Tarihin her döneminde şekil değiştirerek ortaya çıkan, zaman zaman günümüzde olduğu gibi had safhalara tırmandırılan Türklük ve Türkiye üzerine oynanan düşmanlıklar sürdü ve öyle gösteriyor ki sürmeye de devam edecek.
Kıbrıs adasındaki Türk varlığı üzerine de aynı benzer oyunlar sergileniyor.
Amaç tektir!
Zafiyetler kollanarak, zemin yaratılarak Türlüğü zayıf düşürerek ortadan kaldırmak, bulunduğu coğrafyadan söküp atmak.
Dıştan gelen tehlikeleri anlamak mümkün de içte oluşan işbirlikçi duruşları kabullenmek insanın zoruna gidiyor.
Bu sadece Kıbrıs adasıyla sınırlı değil.
30 Ağustosları kazandıran Atatürk ve silah arkadaşlarını önemsizleştirme çabaları da düşmanlıklara hizmet etmek değil midir?
30 Ağustosları, 23 Nisanları, 29 Ekimleri sıradan günler konumuna çekmek düşmanlıkların amaçlarına ulaşmalarına destek vermek değil midir?
Türkiye’yi parçalanma noktasına getiren hanedanlık olgusunu masum ve şirin gösterme çabalarındaki ısrarcılığı anlamak da mümkün değildir.
Aradan 98 yıl geçmiş olmasına rağmen Türkiye üzerine oynanan oyunlar devam ediyor.
Hidrokarbon yataklarının tespitiyle birlikte bölgenin farklı kulvarlara girmesi, bölgenin daha cazip hale gelmesi bu düşmanlıkların çapının genişlemesine neden oldu!
Bölge ile hiç alakası bulunmayan Fransa’nın hatta bazı Arap ülkelerinin Rum ve Yunan saflarında yer tutması, açık açık Türk düşmanlıkları salgılamaları sadece çıkar beklentilerinden kaynaklanmamaktadır.
Fransa’nın Türkiye düşmanlığı gelenekseldir!
Ermeni tedhiş örgütü Asala’nın yuvalanması, PKK’nın Avrupa içinde kök salması Fransa ve Almanya sayesinde gerçekleşmiştir.
Karadeniz’de bulunan zengin hidrokarbon yataklarının ilanı bile dövizdeki yükselişi durduramamıştır.
Pandeminin olumsuzluklarına ek olarak nerdeyse ekmeğin bile dövizle hesaplanır olduğu KKTC’deki ekonomik koşullar giderek zorlaşmaktadır.
Devletin ek önlemler alması, olağanüstü girişimlerde bulunması Cumhurbaşkanlığı seçim süreci başladığından neredeyse imkansız görülmektedir. Bu durumda vatandaş seçimlere sahipsiz bir konumda girecektir. Sahipsizliğin sıkıntıları içinde vatandaşın sandıkta ne tepki vereceği ise meçhuldür.
Bana göre faturanın hükümet edenlere kesilebileceği büyük bir ihtimaldir.