Bu sabah bahçeye çıktığımda neyle karşılaşacağımı bildiğim hâlde gene de görünce ruhuma biraz üzüntü bulaşmadı diyemem.
Dün karanlık olduktan sonra dolu yağdı. On dakika kadar indirdi ve durdu, sonra yeniden başladı ve on dakika daha yağdı.
Dolu, yağmurun yumruk şeklidir.
Pencerelere, açılıp içeri alınmak ister gibi, ısrarla vuruyordu. Gürültüsü uykumdan uyandırdı.
Bahçeye baktığımda boncuk boncuk yerde birikiyordu. Benim olduğum yere de düşüyordu ama ben umurunda değildim, ne de üstüne düştüğünde parçalayacağı yapraklar, dökeceği çiçekler, yere yapıştıracağı otlar. Patlayan volkanın dökülen lavlarının ve püskürttüğü dumanın nereye gidip ne yapacağından, tektonik plakaların oynadıklarında yukarıda yaratacakları yıkımdan habersiz veya umarsız olması gibi.
Dünya bize sorma ihtiyacı duymadan dünyalığını yapar. Sormaya ihtiyacı yok çünkü varlığımızdan haberdar değil. Olsa da sormayacak. Kendi koymadığı, kimsenin kimin koyduğunu bilmediği fizik, kimya kurallarına uyuyor, sadece. Otomatikte, yani. Kimileri buna tanrı diyor.
Adının ne olduğu önemli değil.
Sonuç; görebildiğimiz kadarıyla, dünyada, bütün kâinatta olduğu gibi kendi ivmesiyle dönen, insanın ne düşündüğünden ve hissettiğinden bağımsız, otomatik bir nizamın hâkim olması. Ve bizim de onun bir parçası olmamız.
Dolunun yağması durunca pencereyi açıyorum ve keskin soğukta yukarı doğru sesleniyorum: “Tamam. Kızma. Patron sensin!”
Damın akıtmadığına şükredip aşağıya iniyorum ve şömineyi yakıyorum.
***
Ertesi gün, dışarıda… Sıcaklık düne nazaran biraz artmış ve gökyüzünde dünkü hiddet dolu bulutlar yok. Dolu en çok yaprakları en büyük olan zambaklara zarar verdi. Birçoğu lime lime olmuş. İncir yaprakları da iyi bir sopa yemiş, ama onlar zaten düşeceği için zararı yok.
Patikalar ağaçlardan dökülen yapraklarla dolu. Mağrur oxalisler (ekşiyonca) yere yatmış.
Dolunun verdiği zarara üzülüyorum ama o kadar da değil.
En zor şeylerden biri, olanı olduğu gibi kabul etmek. Üzülmeden ve isyan etmeden. Dolu ise dolu, deprem ise deprem, fırtına ise fırtına.
Ama kolay değil çünkü birçok şeye – çocuklarımıza, eşimize, evimize, işimize, arkadaşlarımıza, vatanımıza, kimimiz paraya – kopmaz bağlarla bağlıyız. Bunlardan herhangi birinin kaybına kayıtsız kalmak, eğer bir Zen ustası değilseniz, imkânsız.
Dünya dünyalığını yapacak, insan insanlığını. Öyle anlıyorum.
Monet ve Metin Münir. Bahçelerinin olması için uğraşmış ve o bahçe için emek vermiş iki insan. Monet, o bahçeden çıkıp tuvallerine yansıyan fırça darbeleriyle hayatımıza dokundu, güzelleştirdi, Metin Münir de o bahçeden çıkan kelimelerle hayatımıza dokundu ve güzelleştirdi. Teşekkürler Claude Monet, teşekkürler Metin Münir.