banner564

Söyleyecek sözünüz yok mu?

  Müzakerelerin ilk günlerinden başlayalım...
  Rum lideri Nikos Anastasiadis; Barbaros Hayrettin Paşa gemisinin Kıbrıs’tan çekilmemesi halinde masaya oturmayacağını açıklamıştı...
  Her fırsatta ‘uzlaşmazlıkla suçlanan’ Türkiye; Rum liderinin bu restine olumlu bir yaklaşımla karşılık verdi ve Barbaros’u geri çekti...
   Cumhurbaşkanı Akıncı müzakerelerin ilk haftalarında Rum lideri ile doğal gaz konusunu ele alarak, her iki tarafın da bu konuda yeni adımlar atmamasını önerdi...
   Rum lideri kısa bir süre sonra yeni adımlar atmaya başladı...
   Üstelik ‘Egemenlik sahası’ dediği alanın dışına çıkarak 12’nci parsel için ihaleye çıktı...
   Türkiye ve KKTC yönetiminin uyarılarına hiç aldırmadan ihaleyi sonuçlandırarak 12 Temmuz’da kazmanın vurulacağını duyurdu...
   Peki güvencesi  neydi?..
   İhaleyi kazanan dev şirketler ve bu şirketlerin güçlü ülkeleri!..
   Anastasiadis ve kendisine güç veren Ulusal Konsey, Türkiye’nin herhangi bir müdahalede bulunamayacağını düşünerek tehlikeli yolda ilerlemeyi tercih etti...
   Ayrıca büyük emeklerle son aşamasına gelen müzakereleri bertaraf etmekten çekinmedi...
   Türkiye’nin neler yapabileceğini yazmamıza gerek yok...
   Rum Dışişleri eski Bakanı Nikos Rolandis’in, bir hafta önce Anastasiadis’e gönderdiği mektubu okumaları yeterlidir...

Neler elde etti?
   
   Şimdi biz müzakerelerde nelerin olup bittiğini irdelemeye devam edelim...
   Rum lideri müzakerelerin başlangıç aşamasında, Türk liderine ‘Dönüşümlü Başkanlığı’ kabul edeceğini söyledi..
   Ama resmi bir deklerasyonda bulunmadı...
   Güzel sözlerle okşayıp, yerinde durmayı tercih etti...
   Bunun ardından, bizim tarafta umut doruk noktasına ulaştı...
   Anastasiadis ne istediyse, önüne kondu...
  “Mülkiyette ilk başvuru hakkı mal sahibinin olsun” dedi, kabul ettik...
   “Dört özgürlük olmazsa olmaz” dedi, onuda kabul ettik...
   Halbuki; çok kez vurguladığımız gibi bunun ‘şartsız kabulü’, ileride ‘iki bölgeliliğin’ yok edilmesi demektir...
   İsteyenin, istediği yerde, istediği kadar mülk alması; kısa sürede Türklerin yoğun olduğu bölgelerde, Rum nüfusun çoğalması demektir...
   Bir başka önemli olay da ‘nüfus ayarlamasıyla’ ilgilidir...
   Anastasiadis “Sonsuza dek 4 Yunan bir Türk olacak” dedi...
   Bizim taraf bunu da kabul etti...
   Şimdiki halde Rumların sayısı 830 bin, Türklerin de 220 bin...
   Rumların sayısı 3 milyon 320 bin olduğu zaman, Türklerin sayısı da 830 bini aşamayacak...
   Kabul edilebilecek bir şart değildi...
   Ama kabul ettik...
   Bir yerde ipi boğazımıza geçirmiş olduk...
   Sırf ‘çözüm olsun’ diye...
   
Bir başka darbe...
   
   Rum liderliği, müzakerelerin devam ettiği bir sürede Türkiye’nin, Kıbrıs topraklarında her yıl düzenli olarak gerçekleştirdiği ‘Toros’ tatbikatının iptalini istedi...
   Ankara ve KKTC Yönetimi bunu da kabul etti...
   Rum tarafı ise, müzakerelerin devam ettiği süre içerisinde İsrail ile 10’dan fazla tatbikat gerçekleştirdi...
   Bununla da yetinmeyerek Mısır, Fransa, İngiltere ve ABD ile de çok sayıda ortak tatbikatlar yapıldı...
   Şimdi İsrail komandolarının Trodos dağlarına ineceği bildiriliyor...
   Bitmedi...
   Türkiye’nin, Kıbrıs’tan tamamen uzaklaşmasını isteyen Rum lideri, diğer yandan Yunanistan, Mısır, İsrail ve bir hafta önce de Ürdün’le ‘Ortak askeri anlaşmalar’ imzaladı...
   Bizim taraf ‘sırf çözüm olsun’ diye bunlara da tepki göstermedi...
   İflas etmiş Kıbrıs Türk siyaseti de bu süre zarfında tepkisiz ve etkisiz kaldı...
   Mal ve para kavgaları artarak devam ederken, ulusal dava önemsenmedi...
   Ne sağ, ne de sol partiler; Rum tarafının tek yanlı askeri işbirliği anlaşmalarına ciddi tepki koymadı...
   Birleşmiş Milletler nezdinde protesto girişimi düşünülmedi..
   Devletin ilgili kurumları uyumaya devam etti...

İyi ki seçim var
   
   Rum tarafı bu kadar büyük tavizler kopardıktan sonra, en hayati konularda kabul edilemez şartlar ortaya koydu...
   En başında Türk askeri geliyor...
   “Bir tane dahi kalmayacak” diyerek, askerin çekilmesi konusunda takvim istedi...
   Diğer yandan Rum Milli Muhafız Ordusu’na, çoğunluğu Yunan vatandaşı olmak üzere 3 bin profesyonel asker aldı...
   Bizim taraf yine uyudu...
   Rum lideri “bunlar nasıl olsa her şartımıza boyun eğiyor” diyerek, garantilerin de olduğu gibi bertaraf edilmesi şartını ileri götürdü...
   Akıncı ‘Dönüşümlü başkanlık’ beklerken, Anastasiadis bu konuyu ‘gündeme dahi almadığını’ duyurdu...
   Ardından Enosis kararını çıkardı...
   Tüm dünyanın gözü önünde ‘değişmez hedefin Yunanistan’a ilhak olduğunu’ tekrarladı...
   Bizim taraf garantilerin tartışılmasını kabul etti...
   Müzakerelerin 2 aylık duraklama sürecinden sonra Rum lideri, Enosis kararının Meclis yerine Eğitim bakanlığı tarafından uygulanmasını öngören yasayı da imzalamadı...
   “Eyyy Türkler bu hedeften vazgeçmeyeceğiz... Anladınız mı?” dedi;  bizim taraf yeniden müzakere masasına oturdu...
   Öyle mi?..
   “Ne yapsam, ne etsem evlenmek mi istiyorsunuz?”...
   Öyleyse; yolu kısaltalım...
   Cenevre’ye gitmezden önce Lefkoşa’da şu 2 madde üzerinde anlaşalım:
   -Garantilerin sonlanması...
   -Toprak ayarlaması...
   Anlaştığımız takdirde Cenevre’ye gidip son noktayı koyalım...
   Yani imzaları atalım...
   Türk tarafı “bu kadarı da fazla” deyince, arabulucu Eide noktayı koymak zorunda kaldı...
   
Bundan sonrası ne olacak?..
   
   Şimdi merak edilen, Eide’nin nasıl bir rapor hazırlayacağı ve Birleşmiş Milletler’in nasıl bir açıklama yapacağıdır...
   Hangi taraf ‘suçlu’ ilan edilecek?..
   Yunanistan, kendi yavrusunu garantiye almak için Eide’yi apar topar Atina’ya davet etti...
   Eide, Yunanistan Dışişleri Bakanı Kocas ile yarın Atina’da görüştükten sonra New York’a giderek, Birleşmiş Milletler Genel sekreteri Guterres ile görüşerek ‘son talimatı’ alacak...
   Peki biz ne yapıyoruz?..
   Ne yapacağız?..
   Söyeleyecek sözümüz yok mu?..
   Kim konuşacak?..
   Kim anlatacak gerçekleri?..
   Mangal başında düşünelim...
   Hayırlı pazarlar...
YORUM EKLE
YORUMLAR
Ali Devecioğlu
Ali Devecioğlu - 8 yıl Önce

Reşat bey, Akdeniz'deki kazı-sondaj izinleriyle ilgili endişenize katılırım, çok doğru vurguladınız. Bence çok dikkat çekici bir faktör daha var Rum tarafını cesaretlendiren. O da izin alan şirketlerden birinin (yanlış hatırlamıyorsam Exxon Mobil'in) CEO'su bugün aynı zamanda ABD dışişleri bakanı olan Rexx W. Tillerson

banner608

banner474