Cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle Kıbrıs sorunu yeniden gündemin üst sıralarına yerleşti...
Karşımızda iki aday var...
Birinin destekçileri; adanın Rumlara teslim edilmeyeceğini, Beşparmak Dağları’ndaki bayrakların indirilmeyeceğini söylüyor...
Diğerleri Maraş’ın iadesinden, Gazimağusa Limanı’nın AB onayı ile kullanımından ve Türkiye kökenlilerin gemilere doldurulup gönderilmelerinden söz ediyor...
Kuşkusuz; seçim atmosferinde söylenenler bağlayıcı değildir...
Seçim öncesinde gerek iç sorunlar, gerekse Kıbrıs konusunda söylenenlerin bugüne dek hayata geçirildiğine hiç tanık olmadık...
Ancak; bu tartışmalar yaşanırken, bazı kesimlerin tek yanlı suçlamaları dikkat çekicidir...
Özellikle de mülkiyet konusu tartışılırken sürekli Rumların kuzeyde bıraktığı malları gündeme getirenler vardır...
Peki güneyde bırakılan Türk malları?..
Türklerin bıraktığı topraklar, Rumların bıraktıklarından daha az olabilir...
Ama her iki tarafın da bu mallardan yararlandığı gerçeği inkâr edilemez...
Kuzeyde yapılan en büyük yanlış; Rum mülklerine tapu verilmesidir...
Rum tarafı ise, tapu vermeyip, Türk mülklerininin önemli bir kısmını kamulaştırarak yok etti...
Son 40 yılda yolların, barajların, mezarlık, okul ve havaalanlarının genellikle Türk arazileri üzerinde yapıldığını görmezden gelemeyiz...
Eğer görmezden gelirsek, kendi halkımıza karşı haksızlık etmiş oluruz...
Haklı olan bizleriz
Kıbrıs sorununu ve mal-mülk meselesini tartışırken, sadece 1974 sonrasını ele almak hataların en büyüğü olur...
Sorunun 1963’te başladığını Rumlar kabul etmiyor diye, bizler de aynı hataya düşemeyiz...
Sorunun başlangıcı 1963’tür...
Tam 11 yıl süreyle evlerinden, köylerinden, kamu hizmetinden kovulan bizleriz...
Bombaları patlattıktan sonra insanımıza korku vererek Türk mülklerini ucuza kapatan onlardır...
Bizleri iaşe kuyruklarında inleten onlardır...
Camilerimizi bombalayan, kendi büstlerine de bomba koyarak suçu Türklere yükleyen onlardır...
Sağduyu sahibi Rumların dahi kabul ettiği bu gerçekleri içimizdeki bazı kişilerin inkâra kalkışması en azından insanlığa hakarettir...
Yazın 40 derece sıcak altında Lefkoşa’dan otobüslerle Larnaka’ya giderken, Rum barikatlarında işkenceye tabii tutulduğumuz günleri yaşamayanlar olabilir...
Ancak öğrenmeleri zor değildir...
Gariban Türk köylüsünün bahçeden topladığı kamyon dolusu karpuzu yere indirip, süngüleyen ve tekrardan kamyona yükleten Makarios’un teroristlerini unutmak mümkün mü?..
Bugün barış ve güvenlik ortamında ahkâm kesmek kolaydır...
O acı dolu günleri yaşamayan veya yaşadığı halde günün çıkarına göre inkâra kalkışan 3-5 kişi tarihi gerçekleri tersine çeviremez...
Kasaları dolduranlar gidecek
Bazı kişiler var, 1974 sonrasında kasaları fazlasıyla doldurmuşlar...
Onların da tek yanlı koro içinde yer aldıklarını görebiliyoruz...
Ne diyorlar?..
“Dünya değişti, biz hala çözümsüz kalamayız...”
Doğrudur...
Kıbrıs sorununun çözümsüz kalmaması gerekiyor...
Ama bu çözüm bizlere 1974 öncesini yaşatmayacak bir çözüm olmalıdır...
Peki bunu nasıl başaracağız?..
Müzakere masasında Anastasiadis’e her şeyi hatırlatarak...
Yakılan, yıkılan Türk köylerinin fotoğraflarını göstererek...
İngiliz gizli belgelerinde yer alan ifşaatları masaya koyarak...
Silahlı, bombalı saldırılar nedeniyle 300 liralık mülkünü 3 kuruşa satıp, başka ülkelere göç eden insanların uğradığı zararları anlatarak...
Ve 1974’te benzeri sıkıntıları Rumların da yaşadığı gerçeğiyle bütünleştirip, iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyon için mülkiyet sorununa ‘takas, tazminat’ yoluyla çözümden başka çare olamayacağını söyleyerek...
Yoksa peşin hükümlerle “herkes evine” dersek, onlar kuzeye gelir ve yüz bin insanı kulağından tutup, dışarı atar...
Bizimkiler güneye gittiği zaman ise, büyük bir çoğunluğu sadece hava alır...
“Yasal Kıbrıs Cumhuriyeti senin malını istimlak etti, paranı bankadan alırsın” derler...
Hangi parayı?..
1974 koşullarına göre ayarlanan istimlak bedeli...
Yani bugün 3 milyon Euro değerindeki mal için 3 bin Euro alır, sonra ağlamaya başlar...
1974 sonrasında bol tarafından sandık dolduranların bir kısmı “Birşey değil canım, çeker gideriz” diyebilir...
Peki geride kalanlar?..
Onların yaşayacağı sıkıntılar?..
Böylesi milli bir mesele kişilerin menfaatlerine göre yönlendirilemez...
Asla buna izin verilemez...
Garantörlükler de kalkamaz
Pazar günü yapılacak seçimde kim kazanırsa kazansın, ne müzakere masasından kaçabilir, ne de ‘karşılığını almadan’ haklarımızı iade edebilir...
Kim seçilirse seçilsin, iki bölgeli, iki toplumlu federasyonun dışına çıkamaz...
Mülkiyet sorununu “herkes evine” mantığıyla tartışamaz...
Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yamalanmayı kabul edemez...
Garantörlüklerden taviz veremez...
Üç garantör ülkeden biri olan İngiltere’nin yeni üs komutanı ‘adadan asla çekilmeyiz” dedi...
Ve yeni projeleri açıklarken, adadaki üslerin askeri açıdan daha caydırıcı bir duruma getirileceğini söyledi...
Rusya, Kıbrıs’tan üs almak için Anastasiadis ile flört ediyor...
Güney Kıbrıs, hepimizin hakkı olan doğal gaz konusunda Mısır ve İsrail ile ‘stratejik anlaşma’ yapıyor...
Oluşan ittifakın içine Yunanistan da katılıyor...
Ve böylesi bir durumda Türkiye’nin buradan çekilmesi isteniyor...
Olacak şey mi Allah aşkına?..
Bunu kim yapabilir?..
Kim cesaret edebilir?..