Türkiye’yi, Kıbrıs’tan koparmak isteyen Rumların ve Yunanlıların en büyük destekçisi Avrupa Birliği’dir...
Annan Planı’nın referanduma sunulması öncesinde “hayır” diyen tarafın cezalandırılacağını söyleyen Avrupa Birliği, referandum sonrasında bunun tam tersini yaptı...
Kıbrıs’ın yeniden birleşmesine “hayır” diyen tarafı üye yaparken, “evet” diyen tarafı cezalandırmaya devam etti...
Kuzey Kıbrıs’a yönelik ambargoların baş sorumlusu AB’dir...
Türkiye ile müzakere başlıklarının açılmasını engelleyen Rumları üye yapan ve güçlendiren yine AB’dir...
Son yıllarda Yunanistan’a yüz milyar Euro’dan fazla para akıtan Avrupa Birliği, diğer yandan Kıbrıs sorununun çözümü için gerekli olan 15 milyar Euro dolayında bir mali katkıya yanaşmıyor...
Bu iki yüzlü bir siyasetin sonucu değil midir?..
Bölünmüş bir Kıbrıs, AB’nin tüm ilkelerine aykırıdır...
Bu aykırılığı sona erdirebilmek için de, iki toplumun hak ve çıkarlarını eşit düzeyde tutarak, adaletli bir çözüm için çalışılmalıdır...
Ne var ki; AB iki topluma eşit şekilde yaklaşmıyor...
Mali yardımlar konusunda olduğu gibi, siyasi açıdan da Kıbrıslı Türkleri ikinci planda tutuyor...
Komisyon Başkanı Juncker’in Yardımcısı Dombrovskis’in, adaya yapacağı ziyaret sırasında KKTC’ye sadece 15 dakikalık zaman ayırması bunun en somut kanıtıdır...
Bu noktada, Sayın Akıncı’nın dik duruşunu memnuniyetle karşılıyoruz...
Ama yeterli değildir...
AB’ye karşı sesimizin çok daha gür bir şekilde yükselmesi gerekiyor...
Güneyden aldıklarımızı, kuzeye rahatlıkla geçirebilirken, kuzeyden alınan malların Rum gümrüklerinde takılması karşısında dahi kılını oynatmayanlara “yeter artık” demeliyiz...
Gerek KKTC’yi, gerekse Türkiye’yi bu kadar küçük düşürme haklarının olmadığını onlara gösterecek adımların atılması şarttır...
Bir de kapılar açılırsa
Rezalete bakın siz...
Ekonomik çöküntü içindeki Rum tarafı, Türkiye’nin, AB ile müzakere başlıklarının açılmasını yıllardan beri boykot ediyor...
Almanya’nın sadece 2 başlık konusundaki önerisini dahi reddederek, akıllarınca Türkiye’nin ayağına kelepçe vuruyorlar...
İşin bu noktasında, AB’nin tarihi bir yanılgı içinde olduğunu birilerinin artık onlara anlatması gerekiyor...
Bugünkü koşullarda ‘anahtar’ Rumların ve Yunanistan’ın elinde değildir...
Anahtarı tutan Ankara’dır...
Ankara’nın, kilidi açması halinde 3 milyonu aşkın sığınmacı ile nasıl baş edeceklerini oturup iyice düşünmelidirler...
Türkiye’nin bunca zaman göstermiş olduğu sabrı, daha fazla zorlayamayacaklarını anlamak zorundadırlar...
Her sabrın da bir sonu vardır...
Kıbrıs’ta çözüm mü istiyorsunuz?..
Biz varız...
Ama bu çözüm için artık son bir tarihi koymalıyız...
Mesela; Aralık 2016...
Rumlar ‘takvimlere karşı olduklarını’ söylüyor ve tarih konmasını reddediyorsa bu onların sorunudur...
AB denen kulüp, iddia edildiği gibi insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne saygılıysa eğer; 1963’ten itibaren belirsizlik içinde yaşayan Kıbrıslı Türklere daha fazla haksızlık ve adaletsizlik yapmamalıdır...
Rumların ‘Uzun vadeli mücadele’ programıyla müzakerelerin adil bir şekilde sonuçlanmasını engellediklerini bilmeyen yoktur...
Bir yandan Türkiye’nin adadan çekilmesini şart koşup, diğer yandan Yunanistan’la birlikte ‘ortak savunma politikalarının’ geliştirilmesi karşısında ‘aptallar oyununu’ sahnede tutamayız...
Bu oyuna son verecek bir tarih belirleyip, bunu dünya kamuoyuna duyurmalıyız...
Başta AB’ye...
Olursa olur, olmazsa herkes yoluna devam eder...
Unutulmasın anahtarın bugünkü sahibi yine Ankara’dır...
Bunu 2014 yapilmaliydi cunku on yil gecti ve hicbir ilerleme yok tabi simdide yok onun icin turkiye ile istisare edip derhal turk birliginin guclu calismali