Crans Montana’daki başarısızlık iki farklı gözle tartışılıyor...
Türk tarafındaki ‘ezici çoğunluk’ felaketin eşiğinden dönüldüğüne inanıyor ve Rumların bir kez daha “hayır”cı tavır izlemesinden büyük bir mutluluk duyuyor...
Azınlıkta olan bir kesim ise Cumhurbaşkanı Akıncı’nın tüm gerçekleri kendi halkına açıklamasını tepkiyle karşılayıp kendisini ‘Denktaş çizgisine’ gelmekle suçluyor...
Akıncı’nın Kıbrıs sorununun çözümü konusunda Rum liderliğinin ikiyüzlü siyasetini ve uzlaşmaz tavırlarını görmesi, Denktaş’ın çizgisine gelmek değildir...
Denktaş; 1974 öncesinde de müzakereleri yürüten kişi olması nedeniyle Rum siyasi liderliğini çok iyi tanıyor ve onlara güvenmiyordu...
O nedenle de tavrı ‘iki devletli’ bir çözümden yanaydı...
Akıncı ise, resmi anlamda ilk kez Rum liderliği ile biraraya geldi...
İlk bir yıl balayı havasında geçtiği için çözüm olacağına inanmıştı...
Ne var ki; ikinci yılda Anastasiadis’in tavırlarında çok ciddi değişiklikler olduğunu görmekte zorlanmadı...
Karşısında oturan sanki bir başkasıydı...
Yine de sonuna kadar direndi ve bir çözüm için azami gayreti sarfetti...
Gelinen noktada Akıncı’yı suçlayanlar ‘tavla teslim’ zihniyetinde olanlardır...
Dünyanın hiçbir yerinde böylesi bir zihniyet görülemez...
Böylesi zihniyetler, devlet organlarında görev alamaz...
Ama bizde ulusal dava açısından en büyük tehlike devlet organlarının içindedir...
Devlet besledikçe o tehlike daha da artıyor...
Belirli bir kesim sözde solculuk, halkçılık felsefesiyle bunlara açık bir şekilde destek çıkıyor...
Diğer sözde milliyetçi kesim ise kendi icaatlarını kamufle edebileceği yanılgısıyla onlara ses çıkarmıyor, hatta diğerlerinden daha çok destek veriyor.
Bu son derece tehlikeli bir durumdur ve ileriki dönemde ‘yargı mekanizmasını’yolsuzluk, suistimal olaylarından daha fazla meşgul etmelidir...
Göremedikleri nedir?
Son 43 yılda ilk defa masaya harita koyan ve ilk defa garantilerin tartışılmasını teşvik eden Akıncı’yı ‘çözüm istememekle’ suçlayanların, dönüp de eski Rum lideri Hristofyas ile Vasiliu’nun söylediklerine bakmamaları dikkat çekicidir.
Hristofyas, açık mektup yayınlayarak, Anastasiadis’in Cans Montana’ya anlaşmak için değil, Türkiye’yi suçlu pozisyonuna düşürmek amacıyla gittiğini söyleyebiliyor...
Ayrıca ‘Dönüşümlü Başkanlık’ olmadan çözümün sağlanamayacağını itiraf edebiliyor...
Bunu Vasiliu da söylüyor...
Bizdekilerden bir Allah’ın kulu da Hristofyas’ın bu söylediklerini görmüyor...
Daha doğrusu görmek istemiyor...
Ne garip bir durum...
Ne kadar üzücü...
Düne kadar AKEL’in yoldaşı olmakla övünenler, şimdi o partinin Onursal Başkanı tarafından ortaya konan görüşlerden yararlanmak istemiyor...
Kılıcı çekerek kendi liderine ve müzakere heyetine vuruyor...
Ama unutulmasın...
Bu tavırlar onlara hiçbirşey kazandırmıyor...
Tam tersi büyük zararlar veriyor...
O eskimiş, geçerliliğini yitirmiş ‘tavla teslim politikasını’ terk etmeyenlerin yakın bir gelecekte halktan nasıl bir tepki alacağını hep birlikte göreceğiz...
Kukusuz; yolsuzluk ve suistimal iddialarının da yargılanacağı bir süreç yaşayacağız...
Cumhurbaşkanı Akıncı, daha da vakit yitirmeden, Müzakereci Nami ile birlikte Avrupa turunu başlatmalıdır...
İhtiyacımız olan içte çatışma değil, dışta aydınlatmadır...
Rüzgarın yönü bu kez bizden yanadır...