Yanı başımızda, Gazze ve Lübnan’daki savaş tüm acımasızlığı ile devam ederken, biz içte inanılmaz bir vurdum duymazlık yaşıyoruz. Bu hal, savaşın vahşetine, Filistin ve Lübnan halklarının yaşadığı acılara dönük duyarsızlık hali değildir. Bu, kendimize dairdir. Böylece kendimize ve başta bölgemiz olmak üzere tüm gelişmelere dönük, özne olmaktan uzaklaşıyoruz. Bunun ne denli önemli olduğu; İsrail, Hamas, Hizbullah ile Güney Kıbrıs’ın iç ve dış konumunda ortaya çıkmıştır. Alın İsrail’i. Evet, ABD ve batının ekonomik, siyasi desteği varlıkları için önemlidir. Ama esas olan nokta; kendi ekonomik, siyasi ve demokratik yaşamlarında sahip oldukları değerdir. Savaş içindedirler. Ama savaş içinde yüz binlerce İsrail vatandaşı, her şeye rağmen, yollara sokaklara dökülerek, ateş kes antlaşması yapılması için demokratik haklarını kullanarak gösteri yapıyor. Peki bu İsrail’i güçsüz mü kıldı? Kılmadığı çok açık. Ayrıca, İsrail’in saldırgan, faşist hükümetinin başı Netenyahu, BM Kürsüsüne elinde haritalarla çıktı. Bu haritalardan biri, kendine göre huzuru, öteki cehennemi gösteriyordu. Huzur alanı olarak; Suudi Arabistan’dan ve Körfez ülkelerinden Mısır’a, Lübnan, Ürdün’e kadar olan tüm coğrafyayı işaret ediyordu. Bu coğrafya Arap ve Müslüman denizidir. Yani kendini Arap ve Müslüman dünyanın da huzur getirecek meleği olarak ilan etti. Cehennem haritası ne idi? İran merkezli, Irak, Suriye, Lübnan ve Yemeni içine alan harita idi. Bunu yaparken cesaret aldığı temellerden biri de yüzlerce yıldır Arap ve Müslüman dünyanın içinde var olan ciddi mezhepçilik derdidir. Çünkü; Sünni, Şii, Alevi ayrımı. Diğer mezhep ve tarikat yapıları; dini inançların ötesinde, toplumsal yaşamın ekonomik, demokratik, kültürel, sosyal alanlarda belirleyicidir. İşte bu zafiyete dayandı. Çünkü bu coğrafyada demokratik hukuk devleti ve demokratik kurumsallaşma gelişmedi, Hala daha kadının saçı, başı, giyimi, toplum içindeki konumu akıl almaz kurallarla düzenleniyor. Yani insanın yarısı, diğer yarının kontrolünde olacak.. Peki İsrail’de kadın? Askeri alandan tutun, yaşamın tüm alanlarında etkin. Yani İsrail saldırganlığını yalnızca dış desteğe değil; ekonomik, teknolojik ve demokratik yapısına dayandırıyor.
Güney Kıbrıs’a bakalım. Crans Montana’ da çözümün çökmesinin önemli sorumlularından biri olan Sayın Hristodulidis, bir demeç verdi. Şunu söyledi. “ Yunanistan’ın samimiyetine inanmıyorum”. Güneyin sağcıları ile Federal Çözüm karşıtlarının desteklediği, Ortodoks Kilisesinin mavi boncuğunu elinde tutan, siyasi liderin söylediğine bakın. Eğer bunu bizde bırakın bir siyasi lideri, sıradan bir insan Türkiye ile ilgili söylese hali ne olur?. Peki bu, Güneyi güçsüz mü kılıyor? Yoksa onları kendi içlerindeki öz güvene ve ekonomik olarak güçlü konumları yanı sıra, demokratik kurumsallaşmaları ile birlikte kendilerine ve dünyaya dönük özne mi yapıyor? Alın bizdeki durumu. New York ziyareti öncesi CB Sayın Tatar, New York’a gidecek olan Ana Muhalefet Partisi Başkanı Sayın Tufan Erhüman’ı ve CTP’yi “ Paralel” diye tanımladı. Anadolu Ajansına verdiği demeçte de farklı her görüşü bölünme olarak lanse etti. Peki kim kendine ve dünyaya karşı özne olur? Sayın Hristodulidis, Yunanistan’ın samimiyetini sorguladı diye Yunanistan- Kıbrıs ilişkisi sona mı erdi? Yoksa bu ilişki karşılıklı saygı temelinde devam mı ediyor? Üstelik dünya siyaset alanında, iki Elen Karakterli devletin, her ikisinin de kendine ve dışa dönük özne olma zemini dikkate alınan bir değer mi oluyor?
Kısacası; ekonomisi, demokratik kurumsallaşması yerinde ise bir toplum güçlüdür. Dıştan aldığı yardım, güçlü olsun. Bu, tek başına kendine ve dışa dönük özne olmasını sağlamaz. İşte bizim Kuzey Kıbrıs’ta en büyük eksiğimiz budur. Eğer biz kendimize dair TL’nin değer kaybetmesinin tetiklediği enflasyonu ve bunu nasıl dizginleyeceğimizi tartışmaktan ürküyorsak, dış ilişkilerde de özne olamayız.