banner564

Olur da biterse

 Ünlü vatan şairi Namık Kemal, sürgün yeri olarak gönderildiği Gazimağusa’da tam 38 ay süreyle küçük bir zindanda olumsuz koşullar altında yaşadı...
 Bu süre içerisinde değişik hastalıklarla yüzleşti, fakat umudunu yitirmedi...
 Adadan ayrılacağı zaman kendisine “Sürgünde olduğunuz süre içinde sizi en çek üzen şey nedir?” diye sorduklarında “dedikodusu” demişti...
 Aradan yıllar geçti, bu adanın ‘dedikodu’ liderliği sona ermedi...
 Güzel bir Cumartesi gününde sizlere en son dedikoduyu aktarmak istiyorum...
 Kıbrıs sorunu kapalı kapılar ardında çözülmüş!..
 İş sadece imzaya kalmış!..
 Hayırlısı olsun...
 Bizler zaten başından beri bu adada kalıcı bir çözüm istiyoruz...
 Yeter ki; geleceğimiz güvence altında olsun...
 Yeter ki Türkiye’nin garantörlüğü sonlandırılmasın...
 Yeter ki; bizleri bir daha ‘azınlık’ statüsüne koymasınlar...

Burası Helen adası mı?
 
 Ne var ki; Rum siyasilerin ezici bir çoğunluğu ve onları baskı altında tutan kilise, bizleri ‘Helen adasında’ yaşayan ‘azınlık’ olarak görüyor...
 Avrupa Milletvekili Eleni Theoharus, daha 3 gün önce ‘bu düşünceyi’ bir kez daha ortaya koydu... 
 Kıbrıslı Türklerin, Helen adasında yaşayan yüzde 17-18’lik bir azınlık olduğunu söyledi...
 Ayrıca ENOSİS isteklerinin devam ettiğini belirtti...
 Böylesi bir durum karşısında “Biz kimlerle ve nasıl bir anlaşma yapacağız?” sorusunu sorma hakkımız vardır...
 Ve ‘ENOSİS’ isteği sona ermemişse; olası bir anlaşmada Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğünün sonlandırılmasına izin vermeyeceğiz...
 Çünkü Türkiye’nin garantörlüğü olmazsa, bu adanın hızlı bir şekilde Yunanistan’la bütünleşme tehlikesi vardır...
 Bu nasıl mı olacak?..
 Çözüm konusunda olduğu gibi yine referandumla...
 Halka “Yunanistan’la birleşmek istiyor musunuz?” diye sorulacak...
 Sadece Rumların oylarıyla dahi bu referandum “evet”le sonuçlanmaz mı?..
 Ama “AB buna izin vermez” diyenler, İngiltere’nin referandum hazırlığını yakından izlesin...
 Haziran ayında sandık başına gidecek olan İngiliz halkı AB üyeliğine “hayır” derse, bu iş biter...
 Dolayısıyla son söz AB’nin değil, ilgili ülke halkınındır...
 
Ne kadar hazırız?
 
 Ama biz yine de iyi niyetli olalım ve olumlu düşünmeye devam edelim...
 Garantilerin devam edeceği bir devlet için ‘kapalı kapılar ardında’ anlaşmaya varıldığını kabul edelim... 
 Çözümden sonra ilk gün ne yapacağız?..
 Bir hafta, bir ay sonra neler olacak?..
 Ekmek dağıtımını ‘AB kurallarına uymayan’ araçlarla yapan fırıncılarımız ne olacak?..
 Kuyudan çıkan suyu arıtıp, şişeleyen firmalar ne olacak?..
 Çevre kirliliği yaratan su depoları ve bunları imal eden firmaların durumu ne olacak?..
 Askeri personele hizmet veren küçük cafe’ler, konfeksiyoncular ne olacak?..
 Köylünün elindeki hastalıklı binlerce hayvan ne olacak?..
 Avrupa standartlarının altında üretim yapan sanayi tesisleri ne olacak?..
 Kapanacak iş yerlerinin personeli nerede çalışacak, nasıl geçinecek?..
 Süt tozu ile üretim yapan veya keçi sütü için gerekli şartları şu an yerine getiremeyen onlarca hellim üreticisi ve yanlarında çalışanlar ne yapacak?..
 Bankalara olan borçlar nasıl ödenecek?..
 Bunları aylar öncesinden düşünmek ve gerekli önlemleri almak gerekirdi...
 Rumlar, çözümden sonraki ilk günden başlayarak; ilk 10 yılda nelerin yapılacağını çoktan planladılar...
 Dolayısıyla; olası bir çözüm sonrasında en ufak bir sıkıntı yaşamaları söz konusu değildir...
 Tam tersi mala mal katacakları için halen yaşamakta oldukları ekonomik sıkıntılar çok kısa sürede sona erecek...
 Bizleri bu kadar büyük bir risk altına sokan ve AB standartlarına hazırlamayan siyasilere “vicdanınız rahat mı?” diye sormak gerekmez mi?..
YORUM EKLE

banner608

banner473