Faiz Sucuoğlu’nun başarısızlıkla sonuçlanan hükümet kurma deneyimleri hiç olmazsa bir şeyi iyice anlamamıza yardımcı oldu:
KKTC’nin artık Ankara icadı, kendine has bir demokrasisi var.
Bu demokrasinin demokrasi olmama dışındaki en önemli özelliği iki aşamalı bir seçim sistemine sahip olmasıdır.
Birinci aşamada halk milletvekillerini seçer.
İkinci aşamada Ankara, siyasi iradeyi dikkate almadan, hükümeti kimin kuracağını, bakanların kim olacağını tayin eder.
Bu bakanların milletvekili olması, yani halk tarafından seçilmiş olması da gerekmez.
Böyle bir düzen demokrasi değildir.
Bu düzen, Doğu Avrupa ülkeleri Sovyetler Birliği’ni bir parçası iken ve Rus diktatörlüğü tarafından kumanda edilirken o ülkelerde hâkim olan sözde demokrasileri çağrıştırıyor. Halk sandığa gidiyordu ama ülkeyi Moskova’nın onayladığı kişiler yönetiyordu. Moskova’nın beğenmediği birisi yönetime geldiğinde Rusya onu zor kullanarak devre dışı bırakıyordu.
Kendi ülkesinde kör topal çalışan demokrasiyi tek adam rejimi ile gömen AKP rejiminin KKTC’deki demokratik işleyişe müdahale etmemesi beklenemezdi.
Ankara’nın buradaki hoşgörüye, basın hürriyetine, sınırsız eleştiriye, bağımsız hukuk düzenine ve alıştığımız ve kimsenin şikayetçi olmadığı diğer cömert özgürlüklere tahammülü yoktur. Yoktur çünkü bunların tümü Türkiye’de kayıptır.
Bu ürkütücü bir durumdur.
Bundan daha da ürkütücü olan Ankara’nın Ulusal Birlik Partisi’ne (UBP) verdiği ve onun da canı gönülden kucakladığı görevdir. Bu görev Ankara’nın demokrasimizi dejenere etme projesine gönüllü olarak kolaylaştırıcılık yapmaktır.
Faiz Sucuoğlu dünyanın en dürüst ve ehil politikacısı olmayabilir. Ama hiç olmazsa parti başkanlığına da başbakanlığa demokratik yöntemle seçilmişti. Onun yerine atanan Ünal Üstel’in Sucuoğlu’nun kovulmasını sabırsızlıkla beklemesi ve dakikalar içinde kendini Cumhurbaşkanlığı Sarayına atması ise utanç vericidir.
UBP’lilerin unuttuğu bir şey var: Kıbrıslı Türklerin anavatanı AKP değildir. Türkiye’dir.
AKP iktidara geldiğinde Türkiye’de gazetecilik yapıyordum. Erdoğan’ın nasıl demokrasiyi yavaş yavaş dejenere ettiğini, medyayı kontrolüne aldığını, özgürlükleri kısıtladığını ve tek adam rejimi kurduğunu yakından izledim. Bütün bunlar olurken uyanık olması gerekenlerin – muhalefet partileri, medya, sivil toplum kuruluşları – nasıl uykuda olduklarını da gördüm.
Şimdi benzer şeyler burada oluyor.
Ünal Üstel başbakan olur olmaz ifade ve düşünce hürriyetine kısıtlama getiren yasa tasarılarının meclise sunulduğu haberlerinin çıkması tesadüf değildir.
*
Nasrettin Hoca’ya sormuşlar:
“Bir şey icat ettin mi?”
“Ettim,” demiş.
“Ne icat ettin?”
“Karlı sandviç.”
“Nasıl oldu?” diye sormuşlar.
“Beğenmedim,” demiş.
Erdoğan’ın karlı sandviçi de kendi icadı olan ve bize ihraç etmeye hazırlandığı demokrasi olmayan demokrasisidir. Biz sevmeyebiliriz ama o kendi icadını çok beğeniyor.
Eric Honecker (1912-1994) 1971’den 1989’a değin eski Doğu Almanya’yı yöneten devlet adamıdır. Bir gün gençlerin bir kuyrukta beklediğini görür ve; “bu neyin kuyruğu” diye sorar. Kuyruktakiler; “Ülkeyi terk etme kuyruğu” diye yanıt verirler. Honecker da inandırıcı bulmaz yanıtı kuyruğa girerek aslını öğrenmeye çalışır. Beklemeye başlar. Bir bakar kuyruk yavaş yavaş dağılmaya başlamıştır. Birine sorar; “Peki şimdi niye dağılıyor kuyruk? Oradakilerden birisi; “Efendim siz gidecekseniz ya, bizim gitmemize gerek kalmadı.” Bazen bir kişinin gitmesi yeterlidir. Teşekkürler sayın M.Münir.