Seçim sonuçlarını gerçekçi bir şekilde yeniden ele alalım...
İki yıl önce genel seçimlerde yüzde 38 oranında oy alan CTP’nin aday gösterdiği Sibel Siber yüzde 22’de kaldı...
Bu oyların en az yüzde 5 ile 7’sinin, bizzat Siber’i destekleyen çoğunluğu kadın olmak üzere, değişik siyasal görüşlere sahip veya bağımsız kişilere ait olduğunu kimse inkâr edemez...
Öyleyse, yüzde 22’nin, kaçı CTP’lilerden geldi?..
En fazla yüzde 17’si…
Peki CTP’nin şu anki gücü bu kadar mı?..
Kesinlikle değil...
Öyleyse parti içi hesaplaşmalar devam ediyor...
Geçtiğimiz yıl yerel seçimlerde CTP 3 kalesini kaybetti...
Gazimağusa’da Oktay Kayalp, Lefkoşa’da Kadri Fellahoğlu, Girne’de Sümer Aygın...
Bunun parti içi hesaplaşmalardan kaynaklandığını sağır sultan dahi biliyor...
Ve bu hesaplaşma krizinin, Cumhurbaşkanlığı seçiminde devam ettiği, elde edilen sonuçlarla kesinleşmiş oluyor...
UBP ve DP’nin kayıpları
CTP’ye benzer bir hesaplaşma da UBP içinde yaşanıyor...
Son genel seçimlerde Eroğlu’nun ağına takılan İrsen Küçük, Başbakan olduğu halde parlamentoya giremedi...
O günden beri, Eroğlu’nun aleyhinde çalışıyor...
Kendisine yakın bazı eski bakan ve milletvekillerini de etkilemiş olduğu, Eroğlu’nun elde ettiği sonuçlardan anlaşılıyor...
Seçime saatler kala Lapta ve Çatalköy belediye başkanlarından gelen açıklamalar da Eroğlu için büyük kayıptır...
UBP içindeki çatlaklar ve Eroğlu aleyhtarlığı açık ve net bir şekilde görülüyor...
DP ise hem bazı bakanlarını kaybetti, hem de hükümet ortaklığından dolayı ciddi şekilde yıpranmış vaziyettedir...
Cumhurbaşkanlığı seçiminde Eroğlu’na büyük bir katkısının olduğunu söylemek herhalde gerçekçi olmaz...
Öyleyse; yılların 3 partisi CTP, UBP ve DP açısından önümüzdeki günler çok çetin olacak...
İstifalar, kurultaylar ve değişimler gündeme gelebilecek...
Vatandaşın boykotu
Ve ortada yüzde 38’lik bir boykot var...
Kıbrıslıların alışık olmadığı bir durum...
Geçmişte, seçimden bir hafta öncesine kadar, eleştiren, bağıran, hatta yeminler eden binlerce insan, seçim gününde ‘bir şekilde ikna olup’ sandığa gidiyor ve oyunu kullanıyordu...
Ama bu kez öyle olmadı...
Seçmenlerin neredeyse yarısı oy kullanmadı...
Mevcut sistemi protesto etti...
Siyasi partilere güvenmediğini ve bugünkü düzenden rahatsız olduğunu ortaya koydu...
CTP’ye, UBP’ye ve DP’ye “yeter artık” dedi...
1974’ten, bugüne 41 yıl geçti arkadaşlar...
Hala yollarımız kötü...
Hala kaldırımlarımız yetersiz...
Hala bir tane yeşil parkımız yok...
Bir Luna parkımız da yok...
Köylerin tamamına yakını ihmal edilmiş...
Musluklardan pis sular akıyor...
Rumlardan kalan borular değiştirilmemiş...
Hayvanlar ölüyor...
Sebzelerden zehir fışkırıyor...
Gençler işsiz ve çaresiz...
Sağlıkta, eğitimde ciddi sıkıntılar yaşanıyor...
Kalp ve kanser hastalıkları patlamış...
İnsanlar genç yaşlarda hayata veda ediyor...
Bir yandan 18 yaş üstü herkese 2 arabanın düştüğü bir ülkede, diğer yandan hızlı bir fakirleşme süreci yaşanıyor...
Trafik kazalarından kaynaklanan ölümler artıyor...
Vatandaş, hakkını aramak için mahkemeye giderken, adaletin tecellisi gecikiyor...
Yargının başı ‘Yetti artık’ diyerek, siyasilere tarihin en sert tepkisini gösteriyor...
Fakat hiç kimse bunları dikkate almıyor...
Sonu ne olacaktı?
Peki bunca sıkıntının sonu ne olacaktı?..
Sosyal patlama...
İsyan...
Veya sandık protestosu...
İşte olgun Kıbrıslı Türkler sonuncusunu yaptı...
Sandığa gitmeyerek veya 3 büyük partinin desteklediği adaylara oy vermeyerek “yeter artık, yeter” dedi...
Bunca zaman yapılan uyarılardan ders çıkarmayanlar, Cumhurbaşkanlığı seçim sonucundan ders çıkarır mı dersiniz?..
Bekleyip göreceğiz...
Karşımızda tartışma kaldırmayan bir gerçek var...
Halkın bugünkü siyasete ve bu siyasi yapının oluşturduğu parlamentoya güveni kalmadı...
Cumhurbaşkanlığı seçiminden bir yıl kadar önce sistem değişmeliydi...
Ana hedef çözüm ve AB üyeliği ise, güneydeki sistemin benzeri kuzeye de gelmeliydi...
Yani Başkanlık sistemi...
Milletvekillerine bakanlık yolu kapatılmalıydı...
Böylece parlamentoya giren herkes, teknik açıdan yeterli olup, olmadığına bakmaksızın bakanlık peşinde koşmazdı...
Bunu partisine karşı bir şantaj olarak kullanmazdı...
“Bakanlık yoksa giderim” demezdi...
Bir kişinin 2-3 kez parti değişmesi sözkonusu olmazdı...
Kabineyi teknokratlardan oluşturan Devlet Başkanı, sorunları ‘partizanlıktan uzak bir şekilde’ çözebilirdi...
Tek bölge seçimi ortadan kalktığı zaman, parlamentoya girenler ‘sadece kendi bölgesi için’ çalışmazdı...
Tüm adanın milletvekili olurdu...
O zaman ‘herkes aday olma’ cesaretini gösteremezdi...
Siyasette kalite artmış olurdu...
Bunları yapmadılar...
Değişime açık olmadılar...
Birkaç kişinin tepkisine göre tavır belirlediler...
Ve hem devleti geri götürdüler...
Hem de basit sorunlar karşısında dahi halka hizmet veremediler...
Halk bunları sabırla izledi...
Ve sonunda tepkisini sandığa yansıttı...
Geçmiş olsun...