Cumhurbaşkanlığı, Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın İngiltere’de yayımlanan The Guardian gazetesinde Luke Harding’in sorularına verdiği yanıtların tam metnini ve ses kaydını basınla paylaştı.
Cumhurbaşkanlığı basın bürosu, Akıncı’nın 6 Şubat’ta The Guardian gazetesinde, gazeteci Luke Harding’in kendi üslubu içinde ve kısaltarak yayımladığı, spekülasyon ve saldırılara konu edilen İngilizce mülakatının orijinal ses kaydı ile bire bir tam Türkçe tercümesini açıkladı.
The Guardian muhabirinin soruları ve Cumhurbaşkanı Akıncı’nın yanıtları şöyle:
Guardian: Hem seçilmeniz hem de kaybetmeniz durumunda ne olacağı konusundaki vizyonunuzu merak ediyorum. Daha önce de Kıbrıs’ta bulundum ancak benim esas konum Rusya’dır. Herkes Kırım’da olanların bir benzer senaryosunun Kıbrıs’ta da meydana gelebileceğini düşünüyor. Belki dıştan müdahale ile düzenlenen bir referandum olabilir ve benzer şeyler meydana gelebilir. Belki o kadar çok askerle değil ama ne dediğimi anlıyorsunuz. Sizce kaybederseniz bu mümkün mü?
Akıncı: Şunu söylemeliyim ki bu hepimizin kaçınmaya çalışması gereken bir durumdur. Çünkü biz sadece her iki toplum için değil, ayrıca tüm bölgemizde barış ve istikrar sağlamak için bu adada birlikte barışçıl bir şekilde var olma şartlarını yaratma yolları arıyoruz. Bu son derece olumsuz bir gelişme olur. Teorik olarak tüm adanın AB’ye ait olduğu bir yerden bahsediyoruz. Gerçekte ve fiziksel olarak yarısı öyle, ama bizim vizyonumuz federal çatı altında yeniden birleşme ve Kıbrıs’ın bir bütün olarak AB’nde olmasıdır. Buna karşı olacak her şey bizim vizyonumuza terstir. Ve bizim ana çıkarlarımıza da terstir. Kırım’a benzer bir senaryonun Türkiye’nin de çıkarına olacak bir senaryo olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Türkiye ne kadar batıya yakın olursa, kendisi için daha iyi olacaktır. Yunanistan ile ne kadar iyi komşu olursa ve AB’nin bütünüyle ve AB üyesi ülkelerle ayrı ayrı yakın ilişkileri olursa, bu Türkiye’nin çıkarlarına en iyi şekilde hizmet edecektir. İkinci bir Tayfur Sökmen olmayacağım şeklindeki söylemim kayıtlardadır. Tayfur Sökmen, Hatay’ı Türkiye’ye bağlayan kişidir. Bu benim vizyonuma tamamen terstir. Fakat kesin olan bir şey var ki bir dönüm noktasına geldik. Bu kadar yıldan sonra belirleyici bir andayız diyebilirim. Ya federal bir yapı altında yeniden birleşme olacak – çünkü her iki tarafın da kabul edeceği ve uluslararası desteği alabileceğimiz başka bir seçenek görmüyorum – ya da Türkiye’ye daha çok bağımlı hale geleceğiz. Bu Kırım örneğinden farklıdır. Türkiye’nin resmi olarak bir ili olabileceğimizi söylemiyorum. Fakat bağımlılığımız daha da fazla görünür olacak. Ekonomik alanda hemen hemen tüm yatırımlarımız Türkiye tarafından finanse ediliyor. Özel ilişkilerimiz var, bizi tanıyan ve Kıbrıslı Türkleri destekleyen tek ülkenin Türkiye olduğunu söylememe bile gerek yoktur sanırım. Mustafa Akıncı olarak ben – ve inanıyorum Kıbrıslı Türklerin de çoğunluğu – Türkiye ile eşitlikçi ilişkiler istiyoruz. Cumhurbaşkanlığı görevime ilk başladığımda da Türkiye ile ana-yavru değil, kardeş ilişkileri istediğimi dile getirmiştim.
Guardian: Sayın Erdoğan ana-yavru ilişkileri istiyor ve size yerinizi bilin diyor. Az çok söylediği budur sanırım.
Akıncı: Ben bu dönemde kendi söylediğimi, inandığımı ve izlediğim yolu bilirim. Türkiye ile daha eşitlikçi ve daha bağımsız ilişkilerin olması fikri, içtenlikle inanıyorum ki hem Kıbrıslı Türklerin hem de Türkiye’nin çıkarlarına en uygun olandır. Bu topraklarda Türkiye’ye daha bağımlı bir toplum olması Türkiye’nin çıkarlarına da hizmet etmiyor. Ben durumu böyle görüyorum. Madalyonun diğer yüzünde ise, Kıbrıslı Türkler olarak daha iyi ekonomimiz olması ve dışarıya daha az bağımlı olmamız için ödevlerimizi yapmalıyız. Burada gerçek bir engelimiz var. İzolasyonlardan ve Kıbrıslı Rumlardan dolayı Kıbrıslı Türklere tek kalan bağlantı Türkiye’dir. Size bir örnek vereyim. Müzakerelerin başında, Kıbrıs Türk kurumlarının standartlarını Rum tarafı gibi AB standartlarına yükseltmek için iki toplumlu bir ad-hoc komite kurduk. Crans Montana’dan sonra ansızın bu yardımı vermekten vazgeçtiler. AB ve Rum yönetimi tarafından yapılan büyük bir hatadır bu. Buna ek olarak, doğrudan uçuş yapamadığımızı biliyorsunuz. Uluslararası toplumla spor faaliyetleri yapamadığımızı da biliyorsunuz. Tüm bu baskılar üzerimizdedir. İzolasyonların etkisi çok belirgindir ve daha önce belirttiğim gibi tek kalan kanalımız Türkiye’dir. Diğer tarafta Sayın Anastasiadis diyor ki “göbek bağını kes ve öyle gel, birlikte bir gelecek inşa edelim”. Tabii ki biz de kendi kendimize yetmeyi istiyoruz. Fakat zamana ihtiyacımız var ki bu noktaya standartlarımızı yükseltebilelim. Fakat uluslararası toplumdaki tüm kanallarımızı kapatırsanız ve bizi bir tek seçenek ile bırakırsanız, göbek bağımızı nasıl kesmemizi beklersiniz? Bizi ölmeye bırakırsınız demek olur. Crans Montana’dan sonra raydan çıkan tren, Genel Sekreter ve Anastasiadis ile yaptığımız Berlin görüşmesiyle yeniden rayına oturtuldu. Treni yeniden rayına koyarak, gerçekçi ve her iki tarafın da onaylayabileceği bir yola koyduk. Crans Montana’dan sonra oluşan bulanık tablo – federasyon dışında başka bir şey amaçlayıp amaçlamadığımız yönünde – böylece düzeltildi ve net bir resmimiz oldu. Her iki taraf da siyasi eşitliğe dayalı iki kesimli, iki toplumlu federasyon istiyor. Berlin’de Genel Sekreter’in açıklamasında, her iki tarafın da siyasi eşitliğini öngören BM Güvenlik Konseyi’nin 716 sayılı kararına önemli bir atıfta bulunuldu. Ayrıca OP4 paragrafındaki kararların alınması konusunda etkin katılıma vurgu yapıldı. Bu, en çok tartışılan ve Sayın Anastasiadis’in kabul etmekte pek istekli olmadığı konulardan biriydi. Geçmiş yakınlaşmalara da yeniden vurgu yapılmış oldu. Guterres’in 30 Haziran 2017 tarihli altı maddelik çerçevesi ayrıca vurgulandı. Sayın Anastasiades, Guterres çerçevesinin tarihinin ne olduğunu iki yıl boyunca tartışma konusu yapmıştı, bu da bu açıklamayla netleşti. Stratejik anlaşma ihtiyacı bu açıklamanın önemli bir unsuru oldu. Yeni prosedürün eskisinin aynısı olmayacağı, sonuç odaklı olacağı ve ivedilik hissine sahip, açık uçlu bir süreç olmayacağı vurgusu yapıldı. Kısa bir açıklamaydı ancak seçimlerden sonra faydalanabileceğimiz önemli unsurlara değinildi. Bir önemli nokta daha vardı. Genel Sekreterin sürece dahil olması. Sayın Guterres bu sürece yardımcı olmak konusundaki isteğini ortaya koydu. Çünkü o da önümüzdeki muhtemel tehlikelerin bilincindedir. O da 5 taraf+BM formatında bir görüşme konusunda uygun bir zamanda inisiyatif almayı kabul etti. Uygun zaman derken, iki olay var; birincisi Brexit’in gerçekleşmesini beklemek ve ikincisi de Kuzey’deki seçimlerin geçmesi.
Guardian: Sayın Cumhurbaşkanı, ilhak durumuyla ilgili bir soru daha sormak istiyorum. İlhak konusunda uluslararası durum 5-10 yıl önceye göre değişti, kurallar ötesi bir dönemde olduğumuz görünüyor. Kırım’daki gibi, bir toprağı askeri güçle alma ve bundan zarar görmeme gibi… İngiltere’de Brexit var. Amerika’da Trump var. Erdoğan’ın tek taraflı olarak burada bir noktada olanı değiştirmek istemesi bana imkansız görünmüyor. Rusya’nın desteğiyle ve uluslararası toplumu karşısına alarak Ankara’nın tek taraflı bir adım atması sizi korkutuyor mu? Bu sizce gerçekçi bir senaryo mu? Diyelim ki büyük bir farkla seçimi kazandınız. Önümüzdeki 5-10 yılda böyle bir sonucu istemediğine karar verir ve bir şeyler olur… Böyle bir durumu öngörür müsünüz?
Akıncı: Umarım böyle bir şey kimsenin aklında yoktur. Bu korkunç bir senaryo. Hiçbir Kıbrıslı Türk böyle bir senaryodan mutlu olmayacaktır. Bu senaryoyu bir kenara koyarsak, burada esas altını çizmek istediğim mesele, bu kadar yıldır olan gelişmeler kalıcı bölünme koşullarına neden oluyor. Bölünme her yıl daha konsolide hale geliyor. Fiziksel olarak, demografik olarak, ekonomik olarak… Gerçek olan budur.
Guardian: Zihinsel bölünme?
Akıncı: Zihinsel bölünme de vardır. Bu da çoğunlukla gençlerin zihinlerinde güçlenmektedir. Bir örnek vereyim. Ben de eşim de güneyde doğduk. 1974’ten önce kuzeye yerleşmiş olsak da bizim çocuklarımız 74’ten sonra burada kuzeyde doğdular. Adanın güneyi onlar için tamamen yabancıdır. Bizim hislerimizin aynısını paylaşamazlar. 46 yıllık bir zamanın geçmesinden bahsediyoruz. İki toplumun bölünmesi sadece 74 sonrası olmadı. 1950’ler ve ortaklık devletinin çöktüğü 1963 yılı da var. Kıbrıs Rum liderliği de geçen zamanın farkında olmalıdır ve geçen zamanın sadece bölünmenin güçlenmesine hizmet ettiğini bilmelidir. 2004 yılında, %65 evet oyu kullandığımız ancak Rumların %75 hayır oyu kullandığı Annan Planı’nı hatırlıyorsunuzdur. Crans Montana’da Genel Sekreter’in çalışmalarıyla yine çözüme çok yakındık. Tarihi bir fırsat yine orda kaçmıştı. Söylemeliyim ki o konferansta biz Kıbrıs Türk tarafı olarak ve aynı zamanda Ankara da karşılıklı kabul edilebilir bir çözüm için çok uğraş verdik. Fakat gerçekleşmedi. Kuzeyin Türkiye’ye resmi olarak ilhak fikrini benimseyecekler vardır. Ancak bu hepimizin kaçınması gereken bir durum. Bu senaryo, tüm Kıbrıslılara ve tüm bölgeye barış, mutluluk ve istikrar getirmeyecektir. Ancak acele etmeliyiz. Çünkü resmi olmasa da gayri resmi bir şekilde kalıcı bölünmenin temeli daha görünür hale geliyor. Söylediklerimin net olduğunu düşünüyorum.