banner564

İki ölümcül hata

Mülkiyet konusunda sorun yaşandığını kabul eden Eide, bulunacak çözümün AB’nin temel ilke ve değerleriyle mutlak uyumlu olacağını söyledi

İki ölümcül hata
banner598
Daha iyinin peşinde koşup, iyi olanı reddetmek 
Nikos ROLANDİS (Cyprus Mail)

  Ünlü Yunan Filozofu Sokrates bir zamanlar şunu demişti “Başkalarına haksızlık yapmaktansa, haksızlığın kurbanı olmayı tercih ederim."
  Kıbrıs görüşmelerinde, Bilge Atinalının öğütlediğinden daha iyisini yapmaya çalışıyoruz.
Tüm taraflar için adil olan bir çözüm arıyoruz. Bu kolay erişilecek bir hedef değil çünkü müzakere sürecindeki tarafların adalet perspektifi, özellikle bunca yıldan sonra değişiktir.
 Eğer 60 yıl öncesine dönüp, iki toplumun büyük hata ve günahlarını dikkatle incelersek iki önemli suç ile iki ölümcül hata tesbit edilebilir.
  1974 Yunan ve Kıbrıs Rum Askeri darbesinin suçu Adayı Yunanistan'la bütünleştirmek üzere
Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yıkmak olmuştur.
  1974 Türk işgalinin suçu, Garanti Antlaşmasının 4’ünci maddesinin öngördüğü şekilde, münhasıran yıkılan anayasal düzeni yeniden tesis etmek gayesi ile değil Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarının üçte birinden fazlası üzerinde askeri işgal ve denetimi gerçekleştirmesiydi.(işgal etme hakkı tabii ki tamamen tartışmalıdır)
  Ölümcül hata ise Kıbrıs Cumhurbaşkanı’nın,1963 de, Yunanistan'ın karşı çıkmasına rağmen
Anayasayı tadil etmeye kalkışmasıydı.
  Kıbrıs Rumlarının hatası bunca yıl zarfında, bazıları gayet iyi olmasına rağmen, çok sayıda fırsatları değerlendiremeyip Kıbrıs Sorununa çözüm getiremeyişleridir. 
  30 Ocak 2008 tarihli makalemde 1948- 2008 yılları arasında bu tür 15 fırsatın yitirildiğine değinmiştim.
  Şu veya bu nedenle bu çözüm fırsatlarını, kendi çıkarları için heba edenler Kıbrıs'ın trajedisinden ve bugünkü çıkmazdan sorumludurlar. Bu kişiler iyi olanı sürekli reddedip daha "iyinin" peşinden koşmakla dibe vurmamıza ve Taksim'e yol açtılar.
  Sorunun başında Türk Yerleşikler yoktu. Mülklerin 'kullanıcıları' yoktu. Kelimenin sonradan kabul edilen manada iki kesimlilik de yoktu. Dönüşümü Başkanlık da yoktu...
  İşgal altındaki topraklarda büyük boyutlu Türk ve yabancı yatırımlar da yoktu. Güney ve Kuzey arasında farklı dünyalar inşa edilmemişti. İşgal bu denli derinlere kök salmış değildi ve toprak iadesi çok daha kolay gerçekleşebilirdi.
  Son on yıllardır, Kıbrıs'a darbe indiren "büyük vatanseverler" bugün yine durumdan en fazla şikâyetçi olanlardır. Akıncı’nın kredibilitesi ve imajını yıkmaya çalışıyorlar. Ancak bir şeyi unutuyorlar. Akıncı Kıbrıslı bir Rum değildir. Kıbrıslı bir Türk’tür. Kendi Toplumunun görüşlerini müzakerelerde yansıtması doğaldır. Zaten, Akıncı’nın tezileri bizler açısından kabul edilebilir olsaydı müzakere etmenin anlamı kalmazdı.
  Ben de Mustafa'nın tüm pozisyonları ile hemfikir değilim. Bazı hususlarda fazla ileri gittiğini düşünüyorum. Buna rağmen doğru ve adil olmamız gerekir. Akıncı bazı konularda niye böyle davranıyor,onu analiz edelim. Bu durumun, tüm geçmiş uyarılarımıza rağmen bizim "büyük vatanseverlerin" uzun vadeli mücadele ve uzlaşmaz tutumu yüzünden, zamanın Kıbrıs sorununa daha bir yıkıcı ve olumsuz yansımasına yol açarak ne ölçüde Akıncı’ya bahşedilen "armağanlar " olabileceğini anlamaya çalışalım.
  Ben yukarıdaki durumun tespitini dıştan biri olarak yapmıyorum. Ben şahsen olayların içinde gerçekleşenlere şahit oldum. Olumsuz tavırlara karşı mücadele ettim.1983 de Dışişleri Bakanı olarak görevimden istifa ettim. Itirazlarım sonuç vermedi. Ne yazık ki yaşadığımız bu dünyada 
sloganlar,yanlış takdimler ve maddi çıkarlar gerçeklerinden daha güçlüdür.
  Şimdi bazı "vatanseverlerimizin" sürekli red politikalarının Akıncı’nın tezlerine kazandırdıklarına göz atalım:
  Federe Devletlerde, taraflarca, mülkiyet ve nüfus ekseriyetinin garanti edilmesi:
  Bu pozisyon 1990’ların başlarına kadar gündemde yoktu. Buna rağmen BM Genel Sekreteri Perez de Cuellar, Güvenlik Konseyi'ne sunduğu 8 Mart 1990 tarih, belge S/ 21183, ek 1’deki raporunda iki kesimliliği şöyle tanımlamaktadır:
  "İki kesimlilik sarih olarak, tek bir toplum tarafından yönetilecek olan Federe bölgelerde,toprak mülkiyeti ve nüfus yapısının sarih ekseriyetinin bölgesini yöneten topluma ait olması garanti altına alınacaktır."
 12 Mart 1990 tarihli, 649 sayılı Güvenlik Konseyi kararı, Genel Sekreterin Raporunu inceledikten sonra, Kıbrıs konusunda, Genel Sekreteri tam olarak desteklemeyi ve çözümün iki toplumlu, iki kesimli olmasını karara bağlamaktadır.
  Iki kesimlilik 716 (1991), 750 ( 1992) ve 774 ( 1992) sayılı Güvenlik Konseyi kararları ile yeniden teyit edilmektedir. BM Anayasasının 25’inci maddesi üye ülkelerin Güvenlik Konseyi kararlarını uygulamakla yükümlü kılmaktadır. Bu itibarla Akıncı’yı BM Genel Sekreteri’nin Raporunu ve ilgili Güvenlik Konseyi kararlarını benimsemiş olmasından dolayı suçlayamayız.
  Kendi argümanlarımızı ortaya koymamız gerekiyor. Gerekli tezlerimiz ise mevcuttur.
Devamı yarın.

Güncelleme Tarihi: 26 Ekim 2015, 10:17
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner608

banner474