banner564

‘Hain darbe Türkiye’ye fırsat verdi’

AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu, 15 Temmuz darbesi ile ilgili açıklamasını hem Rum hem de Türk basınına gönderdi

‘Hain darbe Türkiye’ye fırsat verdi’
banner598
AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu 15 Temmuz darbesinin 40’ncı yılında kaleme aldığı açıklamayı, Rum basının yanı sıra, Türk Basınına da servis etti. 
Kiprianu’nun açıklamasının tam metni şu şekilde:

Bir yıl daha, böyle bir gün ihanetin siren sesiyle uyandık. Bir yıl daha, “Bugün Milli Muhafız Ordusu müdahale etti… Makarios öldü” diyen sesle uyandık. Bu kadar küçük bir ülkede ne kadar büyük felaketler, ne kadar acı dolu yıllar.
1962’de Denktaş taksim için aceleleri olmadığını, bunun için fırsatın kendilerine sunulmasını bekleyeceklerini söylüyordu. 1974’ün kara Temmuz’unda yapılan hain darbeyle Türkiye’ye bu fırsat verildi. Kıbrıs’ın içindeki ve dışındaki suçlular daha yıllar öncesinden Atilla’ya yolu açmaya başlamışlardı. 
1960’lı yılların ortalarında ABD ve NATO “Kıbrıs için en iyi çözümün taksim olduğunu” kararlaştırmışlardı. Böylece saldırıları ve casusluk faaliyetleri için yurdumuzu bir üs, batmayan bir uçak gemisi olarak kullanabileceklerdi. Bu hedefe hizmet etmek için art arda taksim planları yapıyorlardı. Adıyla anılan taksim planının ilhamcısı Acheson’un eğer 6. Filo onun emrinde olsaydı, hemen ertesi gün Kıbrıs’ı böleceğine dair sözleri bunun karakteristik bir örneğidir. Emperyalizm bu hedefinden hiçbir zaman vazgeçmedi. Tam aksine sürekli olarak bu hedefe ulaşmanın yollarını aradı. 
Kıbrıs Dosyası Raporu’nda belirtildiği üzere, Panayotakos’a göre, Cuntacıların darbe yönünde ilerlemeleri için ABD 1972’de “yeşil ışık yaktı”. Ancak sonuçta darbe yapılmadı. Sovyetler Birliği’nin Lefkoşa Büyükelçisi Astavin NATO’nun 1971 Zirvesi’nde Kıbrıs sorununun ele alındığını doğrulayarak, Kıbrıs aleyhine planlanan bu suç hakkında Makarios’u bilgilendirmişti. NATO’nun durumu ne kadar koordinasyonlu bir biçimde izlediğini ve yönlendirdiğini gösteren başka bir kanıt da, o dönemde Genel Sekreteri’nin Kilise krizine ilişkin olarak üç mitropolit lehine yaptığı bilinen müdahalesidir. 
Yoksa bunlar yaşanmadı mı? Acaba tüm bunlar sadece AKEL’in propagandası mı? Acaba Darbe ve İstila “bir grup milliyetçinin cinnet geçirerek” ya da “Enosis hayaline kapılan daha bıyığı terlememiş çocukların kendiliğindenci hareketleriyle” yaptıkları “tesadüfî olaylar” mıydı? 
Her yıl böylesi günlerde Sağ ve Aşırı Sağ yurdumuz aleyhine işlenen bu suçtan dolayı kendilerini çok rahatsız hissediyorlar. Bu nedenle her zaman aynı bahaneleri öne sürüyorlar. Tıpkı bugün DİSİ Basın Sözcüsü’nün ve Eğitim Bakanı’nın ağızlarından duyduğumuz şekilde, “istismar edilip” “sürüklenen sıradan insanlar”, “iç savaş” gibi laflar ediyorlar. Son zamanlarda bunlara “Ama durum tam da böyle değildi”, “komplo teorilerine takılıp kalmayalım” gibi sözler de eklendi. 
Kısacası, onlar bu batağı halkımızın bugün başka gözle görmesini istiyorlar; bu olayları yaşamış olanlara, bu olaylarda canlarını yitirmiş olanlara ve tarihe zerre kadar saygı göstermeksizin, Varnali’nin dediği gibi, “ihanete selam” deyip, bir sürü yalanla tarihin yeniden yazılmasını istiyorlar. 
Onlara göre, söz konusu olanlar “cinnet geçiren Cuntacılar” ise, o zaman onların cezai ehliyeti, sorumluluğu olamaz. EOKA-B’ciler “kendilerini bir hayale kaptıran çocuklar” ise, o zaman onlar affedilmelidir. “ABD ve NATO” ise, “Sovyetler’in ve AKEL’in propagandasının kurbanlarıdır”, dolayısıyla olanlarda onların hiçbir sorumluluğu yok. Bilakis tıpkı bugün de olduğu gibi, onlar bize yardım etmeye çalıştılar. 
Ancak halkı tüm bunlara inandırabilmeleri için sadece AKEL’e saldırmaları, AKEL’i propaganda mekanizması olarak suçlamaları yetmez. Tarihi tersine çevirebilmeleri için yüzlerce kanıtı yok etmeleri gerekecektir. Zor ve şiddet uygulanarak Makarios’un devrilmesi ve Türkiye’nin istilası için anlaştıkları 12 Temmuz 1974 tarihli belgedeki NATO Genel Sekreteri Joseph Lunz’un imzasını yok etmeleri gerekecektir. İstilanın ardından Ecevit’in ABD’ye “teşekkürünü” yok etmeleri gerekecektir. 1972’de Darbe teşebbüsüne yakılan “yeşil ışığı” yok etmeleri gerekecektir. Yıllar sonra Richard Holbrooke’un “özür dilemesini” yok etmeleri gerekecektir.
Yunanistan Parlamentosu’nun kısa bir süre önce yayınlanan Kıbrıs Dosyası Raporu karşısında sanki hiçbir şey olmamış gibi umursamaz bir tavır içinde olmaya devam etmeleri gerekecektir. Kıbrıs Dosyası’na dair raporun ebediyen bir kenara terk edilmesi, olaylarda başrolü oynayanların Komisyon’a verdikleri ifadelerin sır olarak gizli kalmaları gerekecektir. Tarihi tahrif etmeyi üstlenenler AKEL’in yıllardır savunduğu tarihi gerçekle alay etmekte ısrar ediyorlar. Ancak amaçlarına varabilmeleri için Glafkos Kliridis’in ifadesinin bile yeniden yazılmasının yolunu bulmaları gerekecektir. Kliridis Kıbrıs Dosyası Komisyonu’na verdiği ifadesinde karakteristik olarak şunları söylemişti:
“Benim değerlendirmeme göre, Kissinger Kıbrıs’ta Darbe yapılacağına dair tam olarak bilgi sahibiydi. O dönemde “Watergate” yaşandığı için meşgul olduğu ve onun gözünden bunun kaçtığına dair bahanler saçmalıktır… Çünkü, ben inanıyorum ki, Türkiye’nin hangi bölgeyi işgal edeceğine dair dahi anlaşmışlardı. Ve Mağusa’ya girmemelerinin sebebi de, bunun Amerikanlarla yaptıkları anlaşmanın dışında olmasıydı”. 
Tarihi gerçekler, kimilerini ne kadar rahatsız ederse etsin, söylenmelidir. Çünkü tarih öğretici olmalıdır. Geleceğe ışık tutmalıdır. Bir gerçek daha şudur: Eğer NATO ve Türk yayılmacılığı kendilerine yardımcı olmaya hazır uşakları, yerli ve yabancı hainleri bulmasalar, Kıbrıs’a darbe vurmayı başaramazlardı. Bugüne kadar onları aklamaya ve hatta onurlandırmaya çalışmakta ısrar etseler de, etmeseler de, değişmeyen gerçek şudur: Cunta, Grivas ve EOKA-B halkımızı infaz mangasının önüne diktiler. Bu ihanet ideolojik, siyasi ve askeri, bütün düzeylerde daha öncesinden hazırlanıp, bilerek ve organize bir biçimde işlendi. 
Makarios ve AKEL Kıbrıs’ın birleşik, bağlantısız ve bağımsız olmasını istiyorlardı. Bu nedenle de Makarios devrilmeli, AKEL saf dışı edilmeliydi. Makarios’u fiziksel ve siyasi olarak yok etmeye yönelik planlar art arda yapılıyordu. Bunlardan bazıları bizzat Grivas’ın, bazıları da onun sağ kolu olanların imzalarını taşıyordu. Aynı esnada, Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin ortak kazanımlarının, Kıbrıs’ın bağımsızlığının ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin savunulmasında onları birleştiren tek ve büyük güç AKEL olduğundan, AKEL’e karşı düşmanlık doruğa tırmandırılıyordu. Darbeden birkaç yıl önce basında şunlar yazılıyordu: “Makarios kendini temize çıkarmak istiyorsa, bugün hiç tereddüt etmeden AKEL’i önlemeli ve bastırmalıdır. Eğer mevcut yasaların gücü buna yetmiyorsa, yeni yasalar çıkarmaya bakmalıdır. AKEL’in yasa dışı ilan edilmesi milli bir ihtiyaçtır. AKEL Moskova’nın şubesidir. Varlığı tehlikeli ve tahrik edicidir.” İhanet günü yaklaştıkça, cani faaliyetler, siyasi cinayetler, işkenceler, saldırılar, silah ve cephane çalmalar, kin ve fanatizm daha da yoğunlaşıyordu. 
Yurdumuzda faşizm her başını kaldırdığında, önce kanıyla Sol, ardından tüm ülke büyük bedeller ödedi. 1974’te Kıbrıs aleyhine işlenen çifte cinayetin sonucu olarak Kıbrıs topraklarını bölen dikenli teller bu gerçeğin en sarsılmaz ve en acı kanıtıdırlar. Bunun için de, daima gerçekleri dile getirmeye devam edeceğiz. 
Tarihi ve gerçekleri savunmaya devam edeceğiz. Çünkü bu tarih halkımızın kanıyla yazıldı. Bu tarih Kostas Mişaulis, Kostakis Evagoru, Sotiris Adamu Konstantinu, Nikos Flurencu, Kiryakos Papalazaros, Andreas Kestas, Pambos Hristofis, Tasos Hristofis, Pandelis Haralambus, Hristakis Kombos ve daha nicesini katleden faşizmin kurşunlarıyla yazıldı. Yurtseverleri kelepçelerken “bir daha güneşi göremeyeceksiniz, mezarınız açıldı” diyen eli silahlı faşistin tehditleriyle yazıldı. Bu tarih Merkez Hapishanesi’nde “Sen Solcu değil misin?” sorusunun sürekli olarak tekrarlandığı sorgularla yazıldı. Bu tarih, “AKEL’ciyim, bundan şimdi de pişman değilim, bilakis gurur duyuyorum”, “AKEL’ciyim, komünistim ve gururluyum”, “benim silahım yok, eğer siz darbeyi komünistleri öldürmek için yaptıysanız, ben de komünistim, beni de öldürün” yanıtını, nerede olurlarsa olsun, veren AKEL’cilerin direniş cesaretiyle yazıldı. Bu tarih “Makarios’un köpekleri”nin başka, “milli kahramanlar”ın başka yerlere gömülmesi için Cuntacıların silahlarıyla açılan toplu mezarlarla yazıldı. 
Bu tarih, istila karşısında savaşmamak için kaçıp dağlarda saklanan, cephe gerisinde kalmak için doktor ve hastabakıcı kılığına giren süper Helenlere, süper vatanperverlere karşı duyulan öfke ve utançla yazıldı. Ödlek ve küstah namertler kendileri evlerinde rahat uyusunlar diye, başkalarını savaşa gönderdiler. Yıllar sonra, şairin de dediği gibi, “yiğitler kanlarıyla tarih yazarken, aslında ipe gönderilmesi gerekenler yüksek makamlarda yer buldular”. 
Darbeden beş gün sonra, Türkiye’nin istilasıyla 1974 cinayeti tamamlandı. Cunta, adeta Pontius Pilatus gibi, ellerini halkımızın kanıyla “yıkadı”. Darbenin elebaşlarından Yunanistanlı Bonanos’un 20 Temmuz şafağında çıkartmanın başlayacağını bildiğini ama “yapacaklarını bir sıraya koyması gerektiği için” Milli Muhafız Ordusu Genel Kurmayı’nı bu konuda bilgilendirmediğini söylemesi başka nasıl nitelenebilir ki? Bombardıman uçakları tamamen hazır ve personelleri kendilerine verilecek emri bekler durumdayken, onlara emrin gelmemesi başka nasıl nitelenebilir ki? Adadaki Yunan askeri gücü ELDİK’in gerektiği gibi değerlendirilmemesi başka nasıl nitelenebilir ki? Girne’deki sahil karakollarının boşaltılmış olması başka nasıl nitelenebilir ki? Yeorgitsis verdiği ifadeyle ihanetin yapbozunu tamamladı. Bonanos’un kurmay subaylara “şeref ve itibar için bırakalım Türkler Girne bölgesinde bir yerlere ayak bassınlar” dediğini söyledi. 
Sonuçta Türkiye’yi sadece ayak basması için bırakmadılar, yurdumuzun topraklarının üçte birinden fazlasını istila etmesi ve bugüne kadar işgal altında tutması için kapıyı açtılar. İstila etmesi ve binlerce Kıbrıslıyı ölüm, kan ve gözyaşında boğması için kapıyı açtılar. Zor ve şiddetle Kıbrıs halkını bölmesi için, işgalin dikenli tellerinin Kıbrıs topraklarına saplanması için kapıyı açtılar. 40 binden fazla Türk askerinin adaya taşınmasına kapıyı açtılar. Doğdukları topraklarda Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin hayatta kalma mücadelelerini tehdit etmek için işgal altındaki bölgeye yasa dışı bir şekilde nüfus taşımana kapıyı açtılar. Halkımızın kendi yurdunda sürekli olarak tehdit altında yaşamasına kapıyı açtılar. 
Gavriil Theodosiu, Andreas Stilyanu, Yerasimos Leondiu, Evelthon İoannidis, Karasamanis ve daha niceleri yurdun özgürlüğünü ve onurunu savunmak için büyük mücadelede canlarını verdiler. 
Makarios’un “İhanete uğrayan ve acı çeken halkımız… Cunta düştü, ama Kıbrıs felaketi yaşadı ve Kıbrıs trajedisinin sonsözünün ne olacağını bilemiyorum” sözleri kırk yıl sonra dahi bunca acıları çeken yurdumuzun üzerinde hala dolaşıyor. 
Kırk yıl sonra da hem Kıbrıslırumlar hem Kıbrıslıtürkler işgalden acı çekiyor. Kırk yıl sonra dahi kimileri çözümün belirsiz bir zamana ertelenmesinde ısrar ediyorlar. Hatta daha da kötüsü, çözümsüzlüğün ve yarım ama saf bir Helen devletinin en iyi çözüm olduğunda ısrar ediyorlar. Aynı esnada, diğer taraftan, nelerin yaşandığını ve talep etmekle yükümlü olduklarımızı unutmamızı isteyenler ipi geriyorlar. Kırk yıldır hedefimizin yabancı ordulardan ve üslerden kurtulmuş, özgür, egemen, bağımsız, federal bir Kıbrıs olduğunu unutmamızı isteyenler ipi geriyorlar. Bu iki görüş özünde aynı noktada buluşuyorlar. Pasif kaldığımızda ya da yıllardır var olan tezlerimizi terk ettiğimizde varılacak olan sonuç aynıdır: Kıbrıs sorununun çözümsüz ve taksimin kapımızın eşiğinde olmasıdır.
AKEL böylesi senaryoların tartışmasını hiç yapmaz. Kıbrıstürk toplumuyla ve uluslararası toplumla üzerinde anlaştıklarımızdan farklı ya da daha az bir sonuca varma perspektifini tartışmaya hiç girmez. Tam aksine, Kıbrıslırumları ve Kıbrıslıtürkleri yıllardır var olan hedefimizde, Kıbrıs sorununun çözümü hedefinde bir araya getirmeyi isteyerek, mücadelenin en ön safında yer almaktadır. AKEL, bir devletin var olacağını güvence altına alan tek egemenlikli, tek uluslararası kimlikli ve her devlette olduğu gibi tek vatandaşlıklı yeniden birleşmiş bir Kıbrıs için mücadelede en ön safta yer almaktadır. Federasyonda biri bir toplum, diğeri diğer toplum tarafından yönetilecek olan iki bölgenin olması için iki bölgeli, federasyonun organlarında ve kararlarında iki toplumun da sonuç verici katılımının olması için iki toplumlu, Birleşmiş Milletler metinlerinde belirtildiği gibi siyasi eşitlikli bir federasyon çözümü için mücadelede AKEL en ön safta yer almaktadır. 
Maalesef şu ana kadar yaşanan gelişmeler ileriye dönük olarak hiç de olumlu mesajlar vermemektedir. Sayın Anastasiadis kendisinin seçilmesi tutkusuna kapılarak, kendisini seçimler öncesinde destekleyen karmakarışık görüşler arasında kendisini hapsetmiş bir durumdadır. 
Cumhurbaşkanı Anastasiadis’in Hristofyas-Talat ortak açıklamalarını yararsız bir hale getirmeyi ve bizim endişelerimizi işitmemeyi bilinçli bir şekilde tercih etmesine rağmen, AKEL olarak biz Kıbrıs sorununun çözüm sürecini destekledik. Sayın Anastasiadis’in o ortak açıklamalardan daha iyi bir ortak açıklama üzerinde anlaşmaya varma teşebbüsünün sonucunu herkes biliyor. Sonuç, başta bölünmez egemenlik konusunda olmak üzere, eksikliklerin ve kayıpların olduğu bir ortak açıklama oldu. 
Ancak görüldüğü üzere, onlar bu yaşananlardan da ders çıkarmadılar. AKEL olarak biz, görüşmelerin 2012 Martında Kıbrıstürk tarafınca kesildiği yerden devam etmesi gerektiğini defalarca belirttik ve Cumhurbaşkanı Anastasiadis’in kendisinin üzerinde kesin görüşlerinin olduğu bazı konuları daha fazla tartışma hakkını koruyarak, Dimitris Hristofyas’ın başardığı görüş birliklerini bir kenara atmayıp, bu görüş birliklerini öne çıkarması gerektiği konusunda ısrar ettik. Aksi takdirde, Sayın Eroğlu’ya bu görüş birliklerinden nihai olarak kurtulması ve görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanmasının sorumluluğunu üzerimize yıkma teşebbüsünde bulunması için fırsat verilmiş olacağı yönünde uyardık. 
Ne yazık ki, Sayın Anastasiadis yurdun çıkarını, küçük siyasi çıkarların üzerinde tutma gücünü şu ana kadar göstermedi. Sayın Anastasiadis Hristofyas’ın izlediği taktiği seçimler öncesi dönemde yermesine rağmen, bu taktiğin terk edilmesinin Kıbrıs’ın davasına zarar verdiğini kabul etme gücünü göstermedi. Tam aksine, o başka siyasi partilerin talep ettiği gibi, baştan müzakere yolunda gitmeye şu ana kadar devam ediyor ve bunun da sadece çıkmaza götüreceği apaçık bellidir. 
Şimdi Sayın Anastasiadis’in herkesin kulağına hoş gelmeyi isteme zaafını yenmesinin zamanıdır. Bütün gücünü Kıbrıs sorununun çözümü için samimiyetle ve tutarlılıkla çalışmaya adamasının zamanıdır. Bugüne kadar izledikleri politikanın yol açtığı zararlar görülmektedir. Tezlerin müzakeresi aşamasına gelindiğinde, bu çizgide hareket etmeye devam edildiği takdirde, kaybetmiş olacağız. Süreç çökecek ve Kıbrısrum tarafına da sorumluluk yüklenecek. Bunun için, Cumhurbaşkanı’nın üzerine düşen sorumlulukla gerekenleri yarın değil, bugünden yapması önemlidir. 
Yitirdikleri evlatlarının ardından ağlayan Kıbrıs’ın yaslı anaları yurdumuzun yakın tarihinin içerisinden bugün tekrar canlanıyor. Analar merhamet değil, intikam değil; sadece adalet istiyorlar. Acıların sona ermesini, özgür ve yeniden birleşmiş bir Kıbrıs’ta çocuklarımızın, torunlarımızın barış içinde yaşamalarını istiyorlar. 
Kahramanlarımıza şan ve şeref!

Güncelleme Tarihi: 16 Temmuz 2014, 09:43
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner471

banner473