Kıbrıs’ın gözbebeği, turistlerin vazgeçilmezi, tarihin yılların izlerini hala sağlam bıraktığı ama bizim onu koruyamadığımız bölgedir Girne. Bu isim telaffuz edildiğinde hemen Antik Liman akla gelir. Ben bugünkü durumundan bahis etmek istemiyorum. Surları, kalesi, kendine öz mimarisi ile inşa edilmiş mekânları ve mendireğiyle, büyük oranda muhafaza edilememiş, korunamamış, çapaçul bırakılmış bir güzellik abidesi. Aslında bu tarihi limanın içinde, civarında küçük ama kıymetli yapılar vardır: müzecikler, çeşmeler ve de tarihi Bella Solarus (Güzel Gölge) Ağacı. Kim bilir kaç yüzyıl kimlere gölge etmiştir, meyve vermiştir, ne ekmek istemiştir, ne de su…
Ve de bugün o anıt ağaç, yeni misafirlerinin gölgesi ve koruması olmuştur. Evet tahmin ediyorum ki Nima by Daniel Restaurant & Lounge Bar’dan bahsettiğimi anladınız. Kıbrıs ölçeğinde olmayan A’dan Z’ye iğne oyası ile işlenmiş bir tesis, girişte yazlık-kışlık bahçesi, üst katta lounge bar’ı, sigara-puro balkonu, muhteşem manzarası ve ağacının gölgesi hepsi bir arada…
Nima, Tibet dilinde gün batımı demek, Girne’nin kalbinde gün batımını izlemek için en muhteşem mekânın ismi de buradan geliyor. En az ambiyansı kadar özel olan menüsünü size anlatmak için sabırsızlanıyorum. Başlangıçlardan “Kaz Ciğeri Terin” ve farklı bir tarzda sunulan “Escargot Bourguignonne” mutlaka tadılmalı… Restoranın sushi ve sashimi çeşitleri de oldukça iddialı. Japon edebiyatındaki bir akımdan esinlenerek Şef Daniel’in adlandırdığı “Haiku”, sıcak ve de soğuk sushi ve sashimi çeşitlerinin özel mermer tabaklarda sunulduğu benzersiz bir harman…
Nima by Daniel’i ilk ziyaretimde ana yemekte “Chateaubriand” tercih ettim. Elinde muhteşem bıçağıyla bize doğru yürüyen genç şefi ve özel arabadaki sunumu gördüğümüzde hepimiz çok etkilendik. Çünkü alevli etin yanında zengin garnitürü ile sunum tabağı ciddi bir fark yaratıyordu. Gelelim ikinci gidişimde yediğim kuzuya… Öncelikle etin, gerçek tadı hiç bozulmadan masaya nasıl geldiğini çok merak ettim. Gastronomide son yıllarda moda olan ve Daniel Şef’in de kullandığı “Sous Vide” tekniği ile değişik bir aparat içerisinde yapıldığını ve uzun süre dinlendirildiğini öğreniyorum.
Dönelim “Raclette”e… Fransa’nın Alsace bölgesinde yediğim Raclette kadar lezizdi. Öncelikle Nima’daki sunumların fotoğrafını çekmeye ben yetişemedim. İyi ki yanımda gerçek bir profesyonel fotoğraf sanatçısı olan, Grubun Yiyecek-İçecek Koordinatörü Haktan Okumuşoğlu vardı. Yazımda gördüğünüz fotoğraflar onun becerisi sonucu oluşmuştur. Bu arada Siyah Morina Balığı’nın en az yurt dışında yediklerim kadar leziz olduğunu ve sebze garnitürleri ve alt yatağı ile çok iyi bir ahenk teşkil ettiğini söylemeden geçemeyeceğim.
Aslında Nima by Daniel için bir Fransız lokantası demek istemiyorum. Ama yemeklerin özellikleri, tatları ve yapılış şekilleri, Daniel Şef’in yetiştiği akademiden aldığı Fransız yemek kültürü, menünün yaratılmasında kendini göstermiş. Şefin bana ilk sunduğu tatlı, “Crepes Suzette” oldu. Crepes Suzette’in Türkiye’de ve Kıbrıs’ta hazır krepten yapıldığını görüp gerçek tadına ulaşamadığını üzülerek gözlemliyordum. Daniel Şef’in ise Crepes Suzette’in krepini kendisinin yaptığını öğrendim. Kıvamı ve en önemlisi sosundaki şeker miktarı son derece yerindeydi. Tam masadan kalkmayı planlamıştık ki, birden üzerimizdeki ampullerin söndüğünü ve ortamın loşlaştığını hissettik. Hemen arkadaşlarıma “bu bir sürpriz” dedim. İçgüdüm beni doğru yönlendirmişti. Masamıza “Baked Alaska” servis edilmek üzereydi. Dikkatimi çeken, dondurmanın bu kıvamda hem soğuk, hem formu bozulmamış, hem de ağız tadına uygun şekilde gelmesiydi.
Sonuç olarak Nima by Daniel uzun bir emeğin mahsulü. Unutmamak lazım ki bu başarıda, mekânın da, Girne’nin o muhteşem denizi ve gün batımının da rolü büyüktü. Tebrikler tüm Nima ekibi…
Gerçek bir fine-dining restoranı: Nima by Daniel
Reha ARAR - Yorum
YORUM EKLE