banner564

Kan bittiğinde hayatta kalabilecek miyiz?

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Tayyip Erdoğan’la yaptığı görüşmeye ilişkin açıklamasının şu kısmını sanırım herkes ilginç bulmuştur: “Aksaklıkları da ifade ettim. Sayın Cumhurbaşkanı ekonomik yönden de dış politikadaki gelişmeler yönünden de her şeyin dört dörtlük olduğu kanaatinde. Hiç problem görmüyor kendisi. Ben dedim ki, ‘Size gelen bilgilerde en azından yanlışlıklar, farklılıklar olabilir.’ O aynı kanaatte değil.”

Sayın Karamollaoğlu’nun açıklaması eğer Sayın Erdoğan’ın söylediklerinin ve ruh halinin doğru bir tercümesi ise, o zaman toplum olarak çok ciddî bir sorunla karşı karşıyayız demektir. Çünkü bu, Türkiye içte ve dışta her bakımdan tam bir çöküş yaşamaktayken, kendi inşa ettiği tek-adamcı sistem gereği ülkede olup-biten her şeyin birinci derecede fâili olan siyasetçinin hayal âleminde yaşamaya devam ettiğini ayan beyan bir şekilde gözler önüne sermektedir. Her şeyin ‘’dört dörtlük’’ olduğunu zannedecek kadar gerçeklerden kopmuş olan bir ‘’Devletlû’’nun ülkenin bataklığa saplanmasından hiçbir sorumluluk duymaması da tabiîdir.

Daha da kötüsü, bu haleti ruhiye içindeki kişi işlerin gayet iyi gittiğini düşündüğü için, ülkeyi bu çıkmaza sürükleyen kendi karar ve politikalarında bir yanlışlık görmüyor demektir. Bu da bu iktidar döneminde ülkenin çıkmazdan kurtulma ve düzlüğe çıkma ihtimalinin olmadığı anlamına gelmektedir. Malum, yanlışını kabul etmeyen onu düzeltemez. 

Oysa, durum gerçekten de vahimdir. Eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın hükûmetin iktisadî-malî politikasıyla ilgili şu benzetmesi ülkenin genel durumunun ne kadar ümitsiz olduğunu gayet isabetli bir şekilde anlatmaktadır: ‘’Ortadaki bu durum bir kanamadır. Nasıl olsa kan bittiği zaman kanama duracak, ama hayatta kalabilecek miyiz?”

Evet, Türkiye’nin durumu budur: Bu iktidar sonrasında bulmamız muhtemel olan enkaz acaba ‘’hayatta kalmamıza’’ yetecek midir?...  

Karamollaoğlu’nun açıklamalarında Erdoğan’ın hiçbir şekilde hatasını kabul etme ve kötü gidişatın sorumluluğunu üstlenme gibi bir niyeti veya bu yönde bir eğilimi olmadığını gösteren çok önemli başka bir nokta daha var. O da şu: AKP Genel Başkanı 2017 Anayasa revizyonuyla kurdukları ve ülkenin bugünkü enkaz manzarasının ortaya çıkmasında birinci derecede etkili olan ucube hükûmet sisteminin tek kusurunun, Cumhurbaşkanı seçilmek için ‘’yüzde 50+1 şartı’’nı öngörmesi olduğunu söylüyor. Bu sistemin, bütün ülkenin kaderini -kendisinden hesap sorulması şöyle dursun- kendisine ‘’gözünün üstünde kaşın var’’ denmesi bile yasak olan, neredeyse ‘’kâdir-i mutlak’’ olan tek bir kişinin iz’an ve insafına terk eden ölümcül kusurunun değil de, bu ‘’mahsur’’un farkına varmışlar yani!

Üstelik bu yakınma AKP-MHP iktidarının ülke için tehlikeli olan başka bir muhtemel niyetini de açık etmektedir: Cumhurbaşkanı seçilmek için geçerli oyların yarısından bir fazlasını alma şartını kaldırmak. Bu oranı iktidar blokunun hâlihazırda kamuoyu yoklamalarının gösterdiği toplam oy oranına, yani %40 civarına çekmeyi veya çoğunluğu kazanmasa bile en fazla oy alan adayın cumhurbaşkanı seçilmesini tasarlıyor olsalar gerek.

Ne var ki, böyle bir durum ne demokratik dünyanın standartlarıyla, ne de partili olsa bile cumhurbaşkanının aynı zamanda ‘’devlet başkanı’’ da olmasıyla bağdaşır.

Gerçi yasama organının bugünkü kompozisyonu karşısında, siyasî iktidarın Anayasanın değiştirilmesini gerektiren bu işi başarması mümkün görünmemektedir. Ama belki de AKP bir süredir Kürt meselesinde yeni bir ‘‘Açılım’’ hazırlığı içinde olduğu izlenimi veren belli-belirsiz adımlarıyla HDP’yi yanına çekmeyi ve bu arada bir ‘’Alevi Açılımı’’yla da CHP tabanından oy koparmayı planlıyordur. Olmazsa, 1962’de Fransa’da De Gaulle’ün yaptığı gibi, nasıl bir şey olduğunu şu anda kestiremeyeceğimiz bir formülle, Anayasayı anayasaya aykırı olarak değiştirmeyi bile düşünüyor olabilirler.  

Peki, ülkenin içinde bulunduğu bu içler acısı duruma rağmen, AKP’nin Reis’inin bu rahatlığı nereden geliyor? Aslında bunu hepimiz biliyoruz: Kendisini sorgusuz-sualsiz desteklemeyi ve talimatlarını yerine getirmeyi ibadet telâkki eden Partili tebaasından tabiî ki…

Ali İhsan Yavuz’un dediği gibi: "20 yıl Recep Tayyip Erdoğan’ı iktidarda tutmak ve onun yaptıkları sebebiyle sevap hanemize bir şeylerin yazılıyor olması çok büyük bir şey. Bu, liderimizi oylarımızla orada tutmasaydık olmazdı. Biz de oylarımız ile Tayyip Bey'e destek verdiğimiz için hanelerimize sevap yazılmaya devam ediyor."

Evet, Genel Başkan Yardımcısı düzeyine gelmiş bir kişinin bile böyle düşünüp hissettiği bir partinin tabanındaki milyonların ruh halinin ne olacağı açık değil mi? Böyle tebaası olan bir parti liderinin kendisini yanılmaz ve kimseye hesap vermek zorunda değilmiş gibi düşünmesinden daha doğal ne olabilir?...

YORUM EKLE
YORUMLAR
Hulk
Hulk - 3 yıl Önce

Sevgili Hocam
Dünyanın gelmiş gecmis en BÜYÜK Başyazarı Mehmet Barlasi es gecmissiniz!
Mehmet Barlas gibi birisi es geçilirmi?
Ali Ihsan Yavuzunda Allahi var.

banner608

banner473