banner564

İki tarafın farkı

İnanmak, güvenmek ve çalışmak, en zor işi bile daha başından yarı yarıya başarmak demektir...

   Rumlar; 1974’te çok büyük bir servet kaybına uğradılar...

   Dile kolay...

   Tam 210 bin kişi evinden, köyünden, kentinden oldu...

   19 Temmuz 1974’te milyoner olan bir Kıbrıslı Rum, 20 Temmuz sabahı uyandığında kendisini cehennem ateşinin içinde buldu...

   Bir anda beş parasız kaldı...

   O gün önemli olan milyonlar değil, canı kurtarmaktı...

   Canı kurtaranlar, adanın güneyinde yeniden toparlanma hareketi başlattılar...

   Değişik bölgelerde kurdukları göçmen çadırları sayesinde Türkiye’yi dünyaya ‘barbar’ olarak göstermeye çalıştılar...

   Büyük ölçüde başarılı da oldular...

   Bırakın Amerika ve Avrupa ülkelerini, Türkiye’nin ‘dostu ve kardeşi’ olduğunu söyleyen çok sayıda Arap ülkesi de muslukları açarak, Rumların yaralarını sarmaya çalıştı...

   Narenciye ağaçları kuzeyde kalmıştı...

   İlk yıllarda ihtiyaçlarını ithalat yoluyla ve kuzeyden kaçak alımlarla karşıladılar...

   Ama bir plan ve program dahilinde güneyin değişik bölgelerinde yeniden narenciye üretmeye ve satmaya başladılar...

   Gelinen noktada, kuzeyde narenciye bahçelerinin yarısı kurutulurken, güneyin ihracatı bizi ikiye katladı...

 

Olayı canlı tutmak

 

   Bizler zafer ve ganimet sarhoşluğu içinde, 1974 öncesini çabuk unuttuk...

   Uğradığımız saldırıları, yaşadığımız acıları dünyaya anlatamadık...

   Şehitler ve göçmenler için özel fonlar kuramadık...

   Ama Rumlar her konuda olduğu gibi, propaganda konusunda bizlere gol üstüne gol attılar...

   1974 yılından itibaren, yurt içi ve yurt dışı tüm mektupların üzerine ‘Göçmen pulu’ konmasını mecburi hale getirdiler...

   Londra’ya bir mektup postalayacaksınız...

   Size 50 cent tutarında bir pul satarken, 1 cent daha alıyor ve bir adet de ‘Göçmen Pulu’ veriyorlar...

   Zarfın üzerine bu pulu yapıştırmazsanız, gideceği adrese göndermiyorlar...

   Pul satışının iki amacı var...

   Bir tanesi, Kıbrıs’ın 1974’ten beri ‘işgal altında’ olduğunu göstermek ve özellikle de Rum halkına bunu unutturmamak, dünyaya mesaj vermek...

   İkincisi gelir elde etmek...

   1974’ten bugüne kadar göçmen pullarından 24 milyon Euro gelir elde ettiler...

   Paranın tümünü de göçmenlere harcadılar...

 

Kırkıncı yıl kararı

 

   Gelelim bugüne...

   Papadopulos’un Cumhurbaşkanı olduğu dönemde, hükümet ortağı AKEL’in Turizm ve Ticaret Bakanı olarak atadığı Lilikas adında maskeli bir solcu var...

   Bu solcu, kısa sürede AKEL’i terk ederek OHİ’nin başını çeken ve “En iyi Türk ölü Türk” sözüyle tarihe geçen Papadopulos’un yanında yer aldı.

   Ardından Dışişleri Bakanlığı görevine getirildi...

   Lillikas, daha sonra ‘Vatandaşlar İttifakı’ adı altında bir parti kurdu ve son Avrupa Parlamentosu seçiminde yüzde 1.8 oranında oy aldığı için ilk defa Anastasiadis tarafından ‘parti liderleri’ toplantısına davet edildi...

   Daha ilk toplantıda ‘işgalin 40’ıncı yılında ortak kınama’ önerisi yaptı ve bu öneri tüm partiler tarafından kabul edildi...

   Toplantıdan bir gün sonra Güney Kıbrıs’ın birçok yerinde 20 Temmuz 1974’ü kınayan pankartlar asıldı...

   Önümüzdeki günlerde bu tür etkinliklerin daha da artması bekleniyor...

 

Kuzeydekilerin derdi başka

 

   Kuzeydeki siyasal partiler bu tür organizasyonları akıllarının ucundan dahi geçirmiyorlar...

   Hiç olmazsa, özgürlüğümüzün, can, mal, namus ve şerefimizin kurtulduğu günde ortak bir tavır sergilemediler...

   Tam tersi, bazıları Rumlar gibi 20 Temmuz’u kınayacak kadar ileri gitti...

   Aslında onlara kızmaktan çok, en önemli değerlerimize sahip çıkmayan ve sorumluluklarının bilincinde olmayan ve toplumu yönlendirmeyenleri kınamak gerekiyor...

   Bizdeki  siyaset anlayışı ile güneydeki siyaset anlayışı arasında dağlar kadar fark olduğunu şu günlerde daha iyi anlayabiliyoruz...

  Bizdekiler ‘demokratikleşme’ adı altında, askerlikten kaçmaya çalışıyor...

   Güneyde 18 yaşına gelen herkesin, üniversite öncesinde ‘eşit rütbelerle’ askerlik yapmak zorunda olduklarını ve 2 yıl süreyle silah altında tutulduklarını görmezden geliyorlar...

   En verimli bürokratları ‘iktidardaki partinin rozetini takmıyor diye” görevden alan bizdeki siyaset zihniyeti, diğer yandan ‘sivilleşme’ adı altında polisi de siyasallaştırmaya çalışıyor...

   Çökmüş kamu hizmetlerini kaldırmaya yönelik projeler üretmek yerine, kamu görevlilerine ‘demokratik hak’ diyerek, siyaset olanağı sağlamak için Anayasayı değiştirmeye çalışıyor...

   ‘Neden’ diye sorsanız, sizlere Norveç’ten, ;İsveç’ten örnekler vermeye başlarlar...

  Tam bir skandallar zinciri...

   Bunları gördükçe içimiz sızlıyor, yüreğimiz kan ağlıyor...

   Utancımızdan başımız yere eğiliyor...

YORUM EKLE

banner608

banner474