Hukuk, toplum olarak var olmanın zorunlu bir şartıdır. Eski bir Latin vecizesinde dendiği gibi, ‘’Nerede toplum varsa, orada hukuk da vardır.’’
Onun için, bir toplum için hukukun yokluğu herhangi bir eksiklik değil, onun insanca ve medenî bir şekilde var olması meselesidir. İnsanca ve medenî bir varoluş, kişilerin başkalarıyla ilişki içinde ve onların haklarına riayet ederek kendilerini ifade edebildikleri ve geliştirebildikleri bir hayat demektir. Böyle bir hayat ise asgarî ölçüde bir barış ve düzeni şart koşar. Bu da en başta, herkes için geçerli olan âdil davranış standartlarının ve bunları hakkaniyetle uygulayacak kurumsal bir mekanizmanın var olmasını gerektirir ki bu hukuk dediğimiz şeydir.
Ne var ki, Türkiye’de hukuk bir süredir adım adım aşındırılmaktadır; böyle giderse, ülke yakında tamamen hukuksuzluğa mahkûm olacaktır. İki buçuk yıl önce Türkiye’de hukukun durumunu şöyle özetlemişim:
‘’Özgürlük yerine yasağın esas olduğu, insanlara kanunların öngörmediği sözde suçlar isnat edildiği, kanunların geçmişe yürütüldüğü, şüpheli veya sanık yerine yakınlarının gözaltına alındığı, sanıklardan kendilerine isnat edilen suçları işlemediklerini ispat etmelerinin istendiği (masum olduklarını kanıtlamadıkça suçlu sayılmaları), tutuklamanın otomatikleştiği, şüpheli ve sanıkları hukuken temsil etmenin suç şüphesi sayıldığı (avukatların mesleklerini yaptıkları için şüpheli veya sanık durumuna düşürüldüğü), siyasî ve ideolojik sâiklerle ayrımcılığın standart uygulama haline geldiği, kanunlar ve diğer düzenlemelerin sık sık ve keyfî olarak değiştirildiği, iktidarın siyasî amaçlarına hizmet etmek üzere mahkemelerin kurulduğu, yönetmelik ve genelgelerle, hatta idarî emirle istenmedik kişilerin haklarının iptal edildiği ve mal-mülklerine el konduğu, kamu görevlilerinin statülerinin keyfî olarak iptal edildiği, insanların sempati veya antipatilerinden dolayı hapse atıldığı, "kazanılmış hak" diye bir şeyin tanınmadığı, hak arama özgürlüğünün kaldırıldığı (idarî birimlerin mahkemelerin işlevini üstlendiği)... Türkiye'de hukuktan söz edilebilir mi?...‘’ (Ortak Söz, 28 Haziran 2017)
Neredeyse bütün evrensel hukuk ilkelerinin tersyüz edildiği böyle bir manzara karşısında, aklı başında ve vicdan sahibi hiç kimse Türkiye’de hukukun akıbeti hakkında iyimser bir yargıda bulunamazdı. Aradan geçen iki buçuk yılda, ne yazık ki, durum iyiye gitmek şöyle dursun, maalesef daha da kötüleşti.
Hukuk kaybının özgürlük, demokrasi, barış ve refah gibi diğer toplumsal iyilerle telâfi edilmesi de imkânsız görünmektedir. Çünkü, hukuk zaten o diğer iyilerin de varlık şartıdır. Hukukun olmadığı yerde hiç bir ortak iyi var olamaz, bir şekilde var olsa da ayakta kalamaz. Ama, bir an için bu gerçeği göz ardı etsek bile, iyimser olmak için bir neden bulmak yine de zor.
Evet, Türkiye hiç bir zaman bir ‘’haklar ve özgürlükler ülkesi’’ değildi ama çok-partili hayata geçildikten bu yana özgürlükten hiç bu kadar uzaklaşmamıştı. Nitekim bugün Türkiye’de ne kişi hürriyeti ve dokunulmazlığı, ne mal-mülk emniyeti ne de ifade ve basın özgürlüğü güvence altındadır. Toplanma ve örgütlenme özgürlüklerinin ise yerinde yeller esiyor.
Demokrasiye gelince, o da bugünlerde büsbütün kayıplara karışmak üzeredir. Türkiye’de ‘’halk yönetimi’’nin yerini, hiçbir kişi ve kuruma karşı sorumlu olmayan ve sorumlu da hissetmeyen tek bir kişinin kayıtsız-şartsız hâkimiyeti almıştır. Son birkaç yıldır Türkiye’de ‘’parlamento’’ yoktur; var olan, iyi-kötü seçimle gelmiş olsa da otokratik yürütmeden bağımsız hareket etme şansı bulunmayan bir heyettir. ‘’Bağımsız yargı’’nın zaten esamesi okunmuyor.
Türkiye hem içte hem de dışta da barış ilkesinden gitgide uzaklaşmaktadır. Birkaç yıldır maceracı bir dış politikanın olağanlaştırılmasına, içte toplumsal kutuplaşma ve Kürt kimliğinin bastırılması eşlik etmektedir. Meclis içi muhalefetin bile meşruluğunu tanımak istemeyen, Meclis dışı muhalefeti ise açıkça düşmanlaştıran bir siyasî çoğunlukla karşı karşıyayız.
Nihayet, iktidarın hatalı politikaları sonucu gitgide batağa saplanan ekonominin de artık refah üretecek mecali kalmamıştır. Mevcut şartlar altında firmaların önceliği, zorunlu olarak, üretimden ayakta kalma becerisi geliştirme arayışına kaymıştır. Daha da vahimi, orta ve dar gelirli geniş kitlelerin hayat standartlarının hızla yoksulluk düzeyine doğru gerilemekte olmasıdır.
Evet, ülkemizin bugünkü vahim hukuk kaybına hem özgürlükçü-demokratik rejim standartları hem de hayat standartları bakımından hızlı bir gerileme eşlik etmektedir. Türkiye’nin yeniden doğru rotaya girebilmesi için ilk önce hukukun geri gelmesi şart.