Cemre AKAR
Klinik Sağlık Psikoloğu, Aile Terapisti ve Travma Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Linda Fraim, Covid-19 nedeniyle ‘sosyal medya’ kullanımının artmasını değerlendirdi (3)
Üç günden beri Genç Vizyon’a konuk olan Klinik Sağlık Psikoloğu, Aile Terapisti ve Travma Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Linda Fraim, bugün de Covid-19 nedeniyle ‘sosyal medya’ kullanımının artmasını değerlendiriyor.
Soru: Bu sürede sosyal medya kullanımında ciddi artışlar var. Uzmanlar bunun ciddi psikolojik yan etkileri olduğunu gündeme getiriyor. Görüşleriniz nelerdir?
Yanıt: Bu süreden önce teknoloji bağımlısıydık ama bu süreçte obsessif bir bağımlılığımız gelişti. Hayatımızın %75’inden fazlası sosyal medyaya bağımlı oldu bu süreçte. İşini ve eğitimini online yapmak durumunda olanlardan bahsetmiyorum. Sosyal medya kullanımının elbette doğru ve yanlış hatta sakıncalı tarafları var. Bu pandemiden önce sosyal medyayı niçin kullanıyorduk? Ailelerimiz, arkadaşlarımız, takipçilerimiz, çalıştığımız kurumlar ve çevremizdeki herkese kendimizle, ülkemizle ve dünyada olup bitenlerle ilgili bir bilgi paylaşımı yapmak ve olup bitenleri takip etmek için düzenli olarak Facebook, Twitter ve diğer uygulamalarda günün önemli bir bölümünü geçiriyorduk. Şimdi bu pandemi nedeniyle günlük rutinlerimizde değişim olduğundan dolayı – artık evdeyiz – kullanım daha fazla artmış vaziyette. Televizyon izlerken canımız sıkıldığında hemen telefona sarılıyoruz. İnsanlar bu süreçte neler yapmış ona bakıyoruz. Normal zamanlarda ulu orta beyan ettiğimiz fikirleri artık buradan beyan ediyoruz. Sevgi sözlerimizi de siyasi düşüncelerimizi de. Zaten bağımlıydık ancak bu sürecin sonunda çok daha fazla bağımlı hale geleceğiz eğer ki kullanımlarımızı sınırlandırmazsak. Şu anda hayatımızın büyük bir kısmı sosyal medyada geçiyor. Kabul edelim ki ailelerimizle oturup dertleşmekten ziyade saatlerce problemlerimizden uzaklaşmak için sosyal medyada gezinmeyi tercih ediyoruz. Ne yazık ki sosyal medya kullanımını sınırlandırmazsak yazılı ve sözlü ifade, derdini anlatma, sorgulama ve karşılıklı iletişim kurma gibi becerilerimizde zayıflama olacak ve daha da kendi içimize kapanacağız ki bunun uzun vadede çok ciddi sonuçları olabilir.
Soru: Sosyal medyada var olan birçok bilgi kirliliği ve yanlış haberler de bu süreci zorlaştırıyor. Bunun sağlığımızı nasıl etkileyeceğini, neler yapılması gerektiğini bizlere aktarır mısınız?
Yanıt: Sosyal medyada inanılmaz düzeyde bir bilgi kirliliği var ve bu da insanların kaygılarını ve korkularını ciddi ölçüde fitilleyip artırıyor. Özellikle ajitasyonlarla görüntü ve haberler. Bu inanılmaz tehlikeli bir şey. Herkesin psikolojisi, kişiliği ve baş etme becerileri güçlü diyemeyiz. Malum beş parmağın beşi bir değil. Böyle acil/afet/pandemi durumlarında bilgi edinmek için izlenecek en sağlıklı yol aslında kurumların resmi hesaplarını takip etmektir. Resmi olmayan hesaplar ve fake hesaplarda her türlü bilgi mevcuttur ve şu anda kötü olan psikolojimizi alt üst etmek için birebirdirler. Tanımadığınız ve emin olmadığınız sosyal medya gruplarını takip etmeyin hatta gruplardaki paylaşımlardan olumsuz etkileniyorsanız da gruptan çıkın. Buna ek olarak da tanımadığınız kişileri arkadaş olarak kabul etmeyin çünkü sizinle neleri paylaşacağını bilemezsiniz ve resimde çok şeker birisi olarak gözüken birisi yine size özel mesajda psikolojinizi bozabilecek fake bir haber veya görüntü yollayabilir. Kendi listenizde felaket tellallığı yapanları önce ikaz edin ve baktınız ki devam ediyor o zaman sayfanızdan çıkartın. Sayfa sizin ne de olsa. Size rahatsızlık veren kimseyi orada tutmak zorunda değilsiniz. Zaten zorlu bir süreçten geçiyoruz ve bunu daha da zorlaştırmanın anlamı yok.
Şöyle bir örnek vereyim: Diyelim ki ben yapı olarak naif, kırılgan, kaygıları olan ve de bu gibi durumlarda panik yapıp nereye döneceğimi nasıl baş edeceğimi bilmeyen birisiyim. Sosyal medyada inanılmaz korkunç görüntüleri olan bir video bir şekilde bana ulaştı yakın arkadaşımdan ve ben de açtım izledim. Mevcut kaygı ve korkum tavan yapacak hatta mevcut psikolojim zaten kötü ve bunu izledikten sonra çok daha da kötüleşeceğim. Videoda izlediklerimin benim de başıma gelebilir düşüncesi ağır basarsa bu beni depresyona bile sokabilir. Şimdi bu olumsuzluklar zincirinin yaşanmaması için öncelikle bana o videoyu gönderen arkadaşıma sormam lazım “bu nedir” diye... Eğer ki cevap alamıyorsam veya aldığım cevabı beğenmiyorsam veya yapılan açıklama beni tatmin etmiyorsa o zaman o videoyu açmamalıyım ve sayfamdan silmeliyim. İkincisi videonun nereden geldiğini bilmiyorsam, yani tanımadığım bir kaynaktan geliyorsa kesinlikle açmamam lazım. Kim bilir içinden ne çıkacak çünkü.
Eğer ki bu döneme karşı aşırı bir hassasiyetimiz var ise, o zaman sosyal medya kullanımını sınırlandırmamız gerekiyor. Her saat başı değil de kendimizi rahat hissettiğimiz bir zaman diliminde girişler yapabiliriz. Burada otokontrolümüz devreye giriyor. Biraz sorumluluk, biraz bilinçli bir sosyal medya tüketicisi olmamız gerekiyor ki her an bozulmaya müsait olan psikolojimiz daha fazla bozulmasın gördüklerimizle.
Sağlık ve mali kayıplar
Soru: Bu süreç birçok insanda ciddi kaygı ve endişeye yol açmıştır. Bunun bir bacağı sağlık diğer bacağı ise mali kayıplar ve endişe. Bununla ilgili neler aktarabilirsiniz?
Yanıt: Sağlık konusunda aslında çok doğru ve değerli bilgiler aktaran hekimlerimiz ve sağlık çalışanlarımız var. Fakat sağlığımızı korumamız için evlerimizde yapabileceğimiz temel şeyler var.
A. Viral enfeksiyonların nasıl çalıştığını anlayacağız
İki çeşit enfeksiyon var: Viral ve bakteriyel. Bakteriler canlı ama minicik mikroorganizmalardır ve vücudumuza girdiklerinde bir şekilde bizi hasta ederler ve çok basit bir şekilde antibiyotiklerle tedavi edilirler. Ancak virüsler bakterilerden biraz daha küçük olmakla birlikte hayatta kalabilmek için bir ev sahibine ihtiyaç duyarlar. Bu durumda o ev sahibi bizleriz. Tabii virüsün türüne göre de bu ev sahibi bir hayvan ya da bitki de olabilir. Şimdi virüsler fırsatçıdır çok. Bağışıklık sistemimizin zayıf olduğu bir anda saldırıya geçer ve bağışıklık sistemimiz zayıf olduğundan dolayı tam savaşamaz virüse karşı ve bizi hasta eder. Bunu daha iyi anlamanız için size çok tanıdık bir örnek vermek istiyorum. HSV1 dediğimiz Herpes 1 virüsü vardır. Hepimizde bu var. Bu aslında bildiğimiz dudaklarımızda çıkan uçukların sebebi olan virüstür. Hastalanmadan evvel, korktuğumuzda, sinirlendiğimizde ve bağışıklık sistemimizin direncini düşüren herhangi bir olay olduğunda pıt diye dudağımızda, ağzımızı köşesinde veya içerisinde ortaya çıkar. Sancılıdır bazen. Ne geçirir bunu peki? Elbette antiviral ilaçlar var ama bizdeki algısı “eyvah hastalanıyorum galiba” oluyor ve hemen C-vitamini, zencefil, tarçın, karanfil, bitki çayları derken bağışıklığımızı güçlendirecek gıda takviyelerine başvuruyoruz. Uçuk seyrini tamamladıktan sonra bir sonraki “olaya” kadar kuluçkaya yatar.
B. Yanlış ilaç kullanımından uzak duracağız
Elbette Covid-19 bu kadar basit değil ancak virüslerin temel çalışma mantığı bu. Onun için öncelikle viral enfeksiyonlar için antibiyotik kullanımından uzak duracağız. Antibiyotik ilaçlar bakteriyel enfeksiyonlar içindir ve viral enfeksiyonlarda etkisizdir. Yanlış kullanım veya kulaktan dolma bilgilerle antibiyotik kullandığınız takdirde bir sonraki bakteriyel enfeksiyonda antibiyotik direnci dediğimiz olayla karşılaşırsınız ve kullandığınız antibiyotik işe yaramaz. Onun için bu gibi yanlış ilaç kullanımlarında öncelikle uzak duracağız.
C. Bağışıklık sistemimizi güçlü tutacağız
Öncelikle hekimlerle uzmanların söylemiş oldukları şeyi tekrar etmek istiyorum – güçlü bağışıklık sistemi şart! Bağışıklık sistemimiz bizim bakteri ve virüslere karşı savaş kalkanımızı ve hastalanmamızı engelleyen sistemimizdir. Tabii sürekli hastalanan bir kişinin bağışıklık sistemini bir gecede güçlendirmek çok mümkün değil ancak bağışıklık sistemi için faydalı olan besinleri tüketirsek en azından mevcut altyapımızı sağlamlaştırabiliriz. Televizyon kanallarında gündüz kuşağında yayınlanan programlarda zencefil, zerdeçal, meyve, sebze, fındık, fıstık, ceviz ve bilimum gıdaların bağışıklık sistemi için öneminden bahsediliyor. Bu tabii evinizde oturup 1 kg ceviz, 1 kg fındığı bir oturuşta yiyin anlamına gelmiyor. Eğer ki tam olarak ne yiyeceğinizi bilmiyorsanız uzman bir diyetisyene danışın, o size hangi gıdalar hangi miktarda faydalı, hangi miktarda zararlı olduğunu size aktaracaktır. Ama sağlıklı beslenmenin yanı sıra bol sıvı tüketmemiz de gerekiyor. Vücudumuzdaki hücreleri susuz bırakmamalıyız ve susuz kalmamalıyız.
D. Spor yapın
Şimdi spor konusunda pek çok kişi bana “ama hocam şuyum yok, buyum yok” gibi bahaneler üreterek spor yapmamak için kendince çıkış yolları arıyor. Bu gibi bir dönemde spor yapmak illaki GYM aletleriyle spor yapmak demek değildir. Temel kas gruplarınızı çalıştırmamız gerekiyor. Kas gruplarımızın çalışması demek bizim daha zinde ve dinç olmamız demek. Uzun vadeli hareketsizlik kas işlevselliğini olumsuz etkilemektedir ve bunun önüne geçebilmek için en kötü ihtimal kaslarınızı her sabah ve akşam esnetin. Burada önemli bir uyarı yapmak zorundayım – hareket kabiliyetlerinize göre bu esnemeleri yapın. Çok ham olup ısınmadan esneme yaparsanız kaç çekme hatta yırtmaya kadar gidebilirsiniz – elbette bu çok ekstrem bir durum ama nihayetinde mümkün. Isınma hareketleri yapmadan zaten herhangi bir kas grubunu çalıştırmayın, yine yaralanmalara yol açabilirsiniz.
E. Kendinizi meşgul tutun
Bu süreçte elbette boş oturup akşama kadar koltukta yatmak da bir seçenek ancak psikolojik ve fizyolojik olarak sağlıklı bir seçenek değil. Bunun için kendimizi bir şekilde bu süreçte meşgul tutmak durumundayız. Bunu kitap okuyarak, film seyrederek, el becerimiz varsa onu geliştirerek, mutfak merakımız varsa mutfakta harikalar yaratarak ya da yeni şeyler deneyerek, yeni bir şeyler öğrenerek veya bir şeyler üreterek zamanımızı geçirebiliriz. Elbette yataktan çıkmak istemeyeceğimiz günler gelecek ki bu ayda 2-3 defa olursa normal ama her gün olmaya başlarsa o zaman sorun teşkil etmeye başlayacaktır.
Gelelim mali/finansal konulara... Gerçi bu soruya benden daha iyi cevap verebilecek uzmanların olduğuna eminim ancak tüketici olan bir toplum olduğumuzu düşünürsek birikim yapmak birçoğumuzun aklına gelmez. Hatta “ne olacak ya” dediğimiz anların dahi olduğuna eminim. Bu süreçten önce birikim yapan ve yapmayan, mali açıdan rahat bir gelir düzeyine sahip ve zor durumda olan ailelerimiz var. Nihayetinde herkesin kasasına eşit bir miktar girmiyor her ay ve herkesin de giderleri malum. Kenarda bir birikim yaptıysanız bu süreçten önce o zaman belli bir süre rahat olmanızı sağlayacaktır. Ancak birikim yapma şansınız olmadıysa ve kısıtlı bir bütçeye sahipseniz, o zaman harcamalarınızı da ona göre yapmanız gerekecek. Yanlış bilmiyorsam eğer belediyelerin yardım hatları var ve aynı zamanda da ihtiyaç sahipleri için kampanyalar organize ediliyor. Bunlardan yararlanmak gerekiyor. Zaman burun büyüklüğü yapma veya sıkıntıyı yüzüne vurma zamanı değildir. Aksine destek ve dayanışma zamanıdır. Böyle zor zamanlarda birbirimize mümkün mertebe destek olmamız gerekiyor. Evet gönül isterdi ki devlet büyüklerimiz yıllık bütçelerini oluştururken acil durum fonu kapsamında bir sosyal yardım fonu veya benzeri bir şeyin olması veya şu andaki mevcut STK’ların, özellikle toplumsal hizmet odaklı olanların, yardım kampanyaları vasıtasıyla ihtiyaç sahiplerine gıda, sağlık ve temizlik maddelerin dağıtımını yapsın. Eminim ki bu kriz finansal olarak hepimize bir ders olmakla birlikte finansal alışkanlıklarımızın değişmesi gerektiğini sanıyorum öğrenmiş olduk ve tasarrufun ne kadar önemli olduğunu da kavradık.
Ancak bu durumun sağlığımızı da etkilediği noktalar var. İş kaybı demek gelirin olmaması, kredi ve borçların ödenmemesi, sigorta ve yatırımların yapılmaması ve giderlerimizin karşılanmaması demek. Minimum düzeyde yaşamak zorunda kalıyoruz bu durumda. Doğal olarak bu bizde ciddi bir stres yaratmakta. Pandeminin yaratmış olduğu enfeksiyon endişesi ve kaygısının yanı sıra bir de ticari kaygılar devreye girdiği zaman vücudumuzda ciddi ölçüde stres hormonu olan kortisol salgılanıyor. Yapılan çalışmalarda yoğun kortisol salgısının doğrudan kalp hastalıkları ile ilişkili olduğu bulunmuş. Dolayısıyla yaşadığımız psikolojik sorunlar, agresyon, kaygı ve olası depresyonla birlikte ticari kaygılar harmanlandığında yaşanan olumsuzluklar döngüsü de bize birçok açıdan zarar verecektir.
Yaşlıların eve kapanması
Soru: Evlere kapanma süreci yaşlılarımız için de çok zor bir durum. Büyüklerimize bunu anlatmakta zorlanıyoruz. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Yanıt: Evet... Yaşlılarımız için oldukça zorlu bir durum. Büyüklerimizin savaş geçirmiş bir nesil olduğunu unutmayalım. Bizler bu işin ciddiyetini ne kadar anlatsak da, evde kalmalarının gerekliliğini anlatsak da ne yazık ki yüzümüze “he çocuğum” deyip yine kendi bildiklerini okumakta ısrarcıdırlar. Psikolojik olarak hepimizden çok daha dirençliler aslında – en azından büyük bir kısmı çünkü geçmişteki zorlu günleri atlatmanın yanı sıra psikolojik sağlamlıkları ve değişen koşullara uyum sağlama becerileri oldukça güçlenmiş durumda. Günlük rutinlerimizi ayarlamamız gerekiyor demiştim hatırlarsınız. İşte büyüklerimizi de o rutinlere dahil etmek zorundayız ki kendilerini dışlanmış hissetmesinler. Malum yaşla birlikte çevresindeki eşi dostu yaş veya hastalık nedeniyle hayatını kaybediyor ve yalnız kalma hissiyatı ön plana çıkıyor. Eğer büyüklerimizin günlük rutininde dışarıya çıkıp tur atmak, kahvede çay kahve içmek veya tavla oynamak var ise o turlarını ya evinin içerisinde atmakla birlikte yine yapabildiği kadarıyla kas gruplarını çalıştıracak bir spor yapabilir, kahveyi karşılıklı içebiliriz ve biliyorsak da iki tek tavla atabiliriz.
Bu arada kronik hastalığı olan büyüklerimizi de unutmamak lazım. Malum röportajın başında da yazdığım gibi viral enfeksiyona karşı en iyi savaş güçlü bir bağışıklık sisteminden geçiyor. Kronik hastalığı, kanser tedavisi ve herhangi bir sağlık sorunu büyüklerimizin bağışıklık sistemini zayıflatabiliyor ve bu da onları riske açık hale getiriyor. Bunu önlemek adına büyüklerimizle oturup onları kırmadan bunu anlatmak gerekiyor. Ha bazı büyüklerimiz de “evladım ben artık bu saatten sonra yaşayacağım da ne olacak, savaşta ölmedim bu yaşıma kadar geldim bana bir şey olmaz” diyenler de var ve normal yaptıklarını yapmakta ısrarcı olacaklar. Yine bu durumda sinirlenmeden, bağırmadan çağırmadan kızmadan neden böyle düşündüğünü anlatmalarını isteyin ama aynı zamanda durumun ciddiyetini bıkmadan usanmadan anlatmamız gerekiyor. Bazı büyüklerimiz “ben güçlüyüm bana bir şey olmaz” rolü de yapıyor olabilir. Malum, o jenerasyonda hastayım denmezdi. Oram ağrıyor buram ağrıyor denilmezdi. Hele erkeklerde. Onun için bunu da göz önünde bulundurun konuşurken. Mümkün mertebe büyüklerimizle ilgilenmeye çalışın. Varsa ailede küçük çocuk ve hep birlikte yaşıyorsanız o zaman hep birlikte çocukla aktivite saatini ayarlayın ki büyüğümüz de kendisini bu süreçte yalnız hissetmesin ve torunuyla da keyifli vakit geçirsin.
Güncelleme Tarihi: 05 Nisan 2020, 10:32