Üçüncü sebep ise, her ülkede olduğu gibi, ülkemizde de mevduatların genellikle kısa vadeli, kredilerin ise uzun vadeli olmasıdır. Bizim gibi bilinmezliğin günlük hayatın bir parçası olduğu bir ülkede, kredinin vadesi uzadıkça risklerin katlanarak artacağı malumdur. Bu nedenle kredi faizlerinin mevduat faizlerine göre çok daha yüksek bir seviyede tutulması doğaldır.
Üstelik, kısa vadeli olan mevduatların faizleri, piyasadaki faiz oranlarındaki düşüşleri çok kısa sürede yansıtabilirken, genellikle uzun vadeli olan kredilerin faizleri ise oldukça uzun bir süre yüksek seviyede sabit kalabilmektedir. Nitekim, buna bağlı olarak ülkemizde özellikle piyasa faizlerinin düştüğü dönemlerde mevduat ve kredi faizleri arasındaki makasın açıldığı görülebilmektedir.
Dolayısıyla, bu üç sebebi dile getirerek varmaya çalıştığım nokta şudur: Ülkemizdeki faiz marjlarının yüksek olup olmadığını sadece rakamlar üzerinden tespit etme kolaycılığına kaçmak ve bu rakamlar üzerinden KKTC ekonomisindeki kredi sıkıntısının sadece bankaların kredilere ilişkin tutumundan kaynaklandığı sonucuna varmak objektif bir yaklaşım değildir.
Bana göre, bankacılık sektörümüzdeki faiz marjlarını çok daha geniş bir perspektiften ele almamız ve bu rakamların bir bakıma ülkemizdeki yapısal, ekonomik ve siyasal koşulların da bir yansıması olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir.
Açık söylemek gerekirse, iddiam şudur ki, ülkemizdeki faiz marjlarının yüksek olmasının baş sorumlusu bankacılık sektörü değildir. Bankalar bulundukları koşullara bağlı olarak gerekli bir miktar risk primini kredi faizlerine yansıtmak durumundadır. Dolayısıyla bankacılık sektörümüze ilişkin yorumlarda bulunurken özellikle “faiz marjı” ile “kar marjı” kavramlarını birbirinden farklı değerlendirmek gerekmektedir.
Nitekim, yukarıda bahsetmiş olduğum Dünya Bankası istatistiklerinden de anlaşılabileceği gibi, net faiz marjı açısından ülkemiz “en az gelişmiş” ülkeler ortalamasının da altında bir noktadır. Bu rakamlar ülkelere ait risk primlerini de içerdiğinden aslında bize bankacılık sektörümüzdeki kredi faiz oranlarını belirleyen risk faktörleri açısından ülkemizdeki koşulların hangi düzeyde olduğu hakkında da bir fikir vermelidir.
Bu konuyu daha kapsamlı bir şekilde değerlendirmek açısından öncelikle bankacılığın bir risk yönetme ve fiyatlama sanatı olduğunu hatırda tutmak ve kredi faizlerinin prensip olarak nasıl belirlendiğini çok iyi anlamak gerekmektedir. Öncelikle, bankalar reel sektöre kredi kullandırırken faiz oranlarını doğru şekilde saptayabilmek için müşterilerinin kredilerini geri ödeyebilme kabiliyetini ve gerçek niyetini anlamak mecburiyetindedir. Buna bağlı olarak, bankanın belirleyeceği kredi faiz oranının bankanın muhtemel kayıplarına karşı yeterli korumayı sağlayacak düzeyde olması gerekmektedir. Bu işin hemen hemen herkes tarafından bilinen yönüdür.
Ancak, genellikle pek bilinmeyen çok daha önemli bir yönü daha vardır ki o da şudur; modern bankacılıkta kredi fiyatlama işlemi hiç de sanıldığı kadar basit olmayıp, “fon transfer fiyatlaması” adı verilen son derece karmaşık bir süreci içermektedir. Banka bu süreçte her bir müşterisinin mevduatlarını ne zaman geri çekilebileceğinden, kredi müşterilerinin ödemelerini zamanında gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğine kadar birçok “davranışsal” tahminde bulunmak ve çeşitli simülasyon yöntemleri kullanmak durumundadır. Bankaların bu süreçte ayrıca her türlü finansal ve ekonomik göstergelere dair birçok varsayım ve tahminde de bulunması gerekmektedir.
Bu sürecin karmaşıklığı bankadan bankaya farklılık gösterse de kredi fiyatlamasının ardında böyle komplike bir süreç yatmakta olduğunun iyi bilinmesi gerekmektedir. Teknik detayları bir kenara bırakacak olursak, söz konusu kredi fiyatlama sürecini doğru şekilde gerçekleştirmek, ekonomik ve siyasi açıdan istikrarlı ülkelerdeki önde gelen bankalar açısından bile oldukça zorken, bizim gibi ülkelerdeki küçük sayılabilecek ölçekteki bankalarımız açısından ise neredeyse imkansıza yakındır. Dolayısıyla, ülkemizde bankalar doğru şekilde fiyatlanması mümkün olmayan birçok risk faktörü nedeniyle çoğu zaman kredi faizlerinin olabildiğince ihtiyatlı bir düzeyde belirlemek mecburiyetinde kalabilmektedir.
Ülkemizde birçok banka yöneticisi, yılların vermiş olduğu deneyimle yukarıda bahsetmiş olduğum fiyatlama işlemlerini belki de karmaşık hesaplamalara hiç girmeden büyük ölçüde kafasında da gerçekleştirebilmektedir. Zaten, bu süreçte rakamsal olarak değerlendirilmesi imkansız olan, ülkemize özgü bir takım dinamikler önemli rol oynadığından, bankacılarımızın bunun dışında pek fazla seçenekleri olmadığını tahmin etmek güç değildir.
Aşağıda kısaca değineceğim bu dinamikler, banka üst yönetimlerinin devamlı surette bilincinde olduğu ama rakamsal olarak ifade edilmesi pek de mümkün olmayan konulardır. Bankacılık sektörümüzün doğru şekilde değerlendirilebilmesi için bu dinamiklerin de objektif bir şekilde dikkate alınması gerekmektedir. Nitekim, bu dinamiklerden kaynaklanan zorluklar, ülkemizdeki bankacılık sektörünü diğer ülkelerdekilerden ayıran en temel özellikler olup, kredi faiz oranlarının belirlenme süreçlerinde de önemli rol oynamaktadır.
Biraz daha açacak olursak, ülkemizdeki kredi faiz oranları aslında ülkemizin ve toplumumuzun yapısına ilişkin birçok farklı dinamiğin fiyatlanmasını da yansıtmaktadır. Birkaç somut örnek verecek olursak, ülkemizde banka yöneticileri kredi fiyatlaması yaparken hukuki süreçlerin uzunluğu; tahsilat ve icra süreçlerinde yaşanan zorluklar; ipotek olarak gösterilen taşınmaz malların hukuki statüsü ve güncel piyasa değerleri gibi birçok faktörü de dikkate almak mecburiyetindedir.
Aslında bunlar sadece KKTC için geçerli olan konular değildir. Örnek vermek gerekirse, Avrupa Merkez Bankası’nın 2003 yılından beri her yıl gerçekleştirmekte olduğu ve kısaca “BLS” olarak bilinen araştırması (Bank Lending Standards), Avrupa Birliğindeki banka kredi faizlerini belirleyen faktörler arasında bankaların ekonomiye ve sektöre ilişkin genel risk algıları, sektördeki rekabet koşulları ve kullanılan ipoteğin değerindeki olası değişiklikler gibi birçok farklı dinamiği ele almaktadır. (Devamı yarın)
Kredi faizlerinin yüksek olmasının tek sorumlusu bankalar değildir (3)
Prof. Dr. Mete FERİDUN Eski Bank of England (İngiltere Merkez Bankası) uzmanı
YORUM EKLE