Rum siyasi liderliği ve medyası günlerdir bir kaşık suda fırtına koparıyor...
Kıbrıs’ın çapına bakmadan, koca Amerika’ya tehdit üstüne tehdit yapılıyor...
Doğal gaz ve Kıbrıs sorununun çözümü konusunda tarafları cesaretlendirmek isteyen ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’e “sahte devleti yükseltmeye yönelik hiçbir şeyi kabul etmeyiz” mesajları gönderiliyor...
‘Sahte devlet’ dedikleri KKTC’nin sembollerini reddediyorlar...
Eroğlu ile görüşülecek odada ne bayrak, ne de fotoğraf istemiyorlar...
Halbuki; bu adada sorun ne KKTC’nin ne de Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sembolleridir...
Bizler; 1964’te dışlandığımız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sembolleri konusunda herhangi birine şantaj yapıyor muyuz?..
Kesinlikle hayır...
Tam tersi, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kimlik ve pasaportlarını alıyoruz...
Ama içimizdeki düşünceler değişmiyor...
Nedir o?..
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin silah zoruyla gasp edilmesi...
Eğer 1963 yılı sonunda bizlere saldırmasalardı, Kıbrıs Cumhuriyeti ‘iki toplumlu’ bir devlet olarak yaşardı...
Ne var ki; saldırılar iki toplumlu devleti yok etti...
Rumlar tek taraflı olarak bu devletin yönetimini ele geçirdi...
Önemli olan sonuçtur
Peki sonunda ne oldu?..
“Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sahibiyim” diyen taraf, 1963’ten 11 yıl sonra aklının ucundan geçirmediği iki feci olayla karşılaştı...
Birincisi 15 Temmuz 1974 Faşist Cunta darbesi...
Çok sayıda Kıbrıslı Rum, Yunan askerleri tarafından katledildi...
Makarios ülkeyi terk etti...
Cunta’nın adamı Samson Cumhurbaşkanı ilan edildi...
Hemen ardından da Türk Barış Harekatı gerçekleşti...
Bunun sonucu ağır oldu...
İki yüz binin üzerinde Kıbrıslı Rum; 50 binden fazla Kıbrıslı Türk evinden, işinden oldu...
Çok sayıda insan hayatını kaybetti...
Sıkıntılı günlerden geçen insanlar ağır hastalıklarla yüzleşti...
Servetleri yok oldu...
Aynı bayrak altında
Öyleyse adanın sorunu semboller değildir...
Adanın sorunu, iki toplumun ortaklığında yeni bir devletin kurulmasıdır...
Taraflardan birinin, diğeri üzerinde egemenlik kurmayacağı, insan haklarına saygılı, ırkçılıktan arındırılmış bir devlet...
Önemli olan budur...
Sayın Biden’ın bugün her iki toplum liderine de sorması gereken soru da şudur:
“İyi günde, kötü günde; hastalıkta ve sağlıkta, ölüm sizi ayırana dek evliliğe var mısınız?..”
İkisi birden “varız” derse, bu kez anaların nikah şahitliği istenecek...
Onlar da imzayı bastıkları takdirde, yarım asırlık bu sorun tarihe gömülecek...
Şimdi nikahla ilgili can alıcı noktaya gelelim...
Yani tarihin belirlenmesine...
Rum lideri, kesinlikle tarih vermiyor...
Ve bu konuda herhangi bir şart kabul etmiyor...
Bunun adı bencillik değil mi?..
İnsan ne kadar severse sevsin, ne kadar isterse istesin, beklemenin de bir sınırı yok mudur?..
İşte bugünkü görüşmelerde, nikahın tarihi de belirlenmelidir...
‘İyi günde, kötü günde’ birlikte olmayı kabul ediyorlarsa...
Birleşme gününü de ilan etmelidirler...
Aksi halde yine hayal kırıklığı yaşarız...