Kuzey Kıbrıs gerçekten ilginç bir yer...
Siyaseti, kamu düzeni, yerel yönetimleri, eğitim kurumları, özel sektörü sanki dünyadan kopuk bir görüntü içinde...
İnsan bazen kendi kendine “acaba biz uzayda mı yaşıyoruz?” diye sormaktan geri kalamıyor...
Savaştan çıkmış, büyük ganimet fırsatı yakalamış ve bunları kısa sürede tüketmiş, hala kendi ayakları üzerinde duramayan bir devletçik veya toplum yönetimi...
En ihtiyaçlı dairelerinde personel sıkıntısı yaşanıyor...
En fazla 50 kişinin çalışması gereken bazı kamu kuruluşlarında ise 500’den fazla insan çalışıyor...
Oturacak sandalye bulmakta zorlanan...
Görev sorumluluklarının ne olduğu bilinmeyen insanlar bir şekilde istihdam edilmiş...
Sonra bu insanlarla özel anlaşmalar yapılarak, özel imtiyazlar sağlanmış...
Bazılarına ‘risk tazminatı’ önerilmiş...
Hangi risk Allah aşkına?..
Sınırda nöbet tutan askerleri anladık da, diğer kurum ve kuruluşlarda hangi riskten söz ediyoruz?..
İddiaya tutuşacak olursak, doktor da kendini riskli meslekten görüyor, elektrikçi de...
Su tesisatçısı da, telefoncu da...
Polisi de, ormancısı da...
İtfaiyecisi de, hemşiresi de...
Geçelim bunları artık
İstenmesi halinde her meslekten insanlar ‘risk grubuna’ sokulabiliyor...
Peki bunlar nasıl oluştu?..
Özellikle seçim zamanlarında ya sendika adı altında, ya da özel gruplar oluşturularak siyasilerin kapısına dayanıldı...
“Ya vereceksiniz, ya da gideceksiniz” denildiği anda, siyasetçiler vermeye başladılar...
Babalarından miras kalmış gibi devlet hazinesini boşalttıkça boşalttılar...
Sonunda dibine inildi...
Hazine eridi...
Hazineye borç veren kamu bankaları da eridi...
İkide bir avuç açılan Anavatan dahi “artık yeter” deme noktasına geldi...
Gerçekten yeter...
Erken ölümlerin de nedeni
İnsanları 28 yaşında 30 yıl üzetrinden emekli ettiler...
Hem de bir çuval ‘ikramiye’ vererek...
Henüz 28, ya da 30 ve 40 yaşında olan adam emekli çıkınca ne yapar?..
Ya kendini içkiye verir, ya da bir işyerine...
Kadın, kocasına veya adam, karısına akıl hocalığı yapar:
“Komşu Hüsnü de konfeksiyon mağazası açtı, biz niye açmayalım?..”
Tabii ki açarsın...
İkramiye parası torbada...
Yatırırsın çula, çaputa...
Sonra başlarsın sinek avlamaya...
Arkasından iflas gelir...
Ömrünün geri kalan kısmını mahkeme kapılarında geçirir, hayata erken veda edersin...
Böyle ekonomi mi olur?
Yanlış iş yapmaktan dolayı borçlanıp, iflas eden ve kendini alkol ile sigaraya verip erken yaşlarda hayata veda eden onlarca insan ismi sayabiliriz...
Ne var ki; bu ülkede ‘eğitim oranının yüzde 100’e yakın olduğunu’ söyleyerek övünen insanlar...
Büyük ekonomistler ve büyük siyasetçiler...
Bugüne kadar insanlara yol gösterici olmadılar...
On metre ara ile konfeksiyoncu, ya da çiçekçi, ya da kuru yemişçi açılması halinde tümünün iflas edeceğini söyleyen çıkmadı...
Belediyeler de işletme izni verirken sınır koymadı...
Her alanda bir yanlış
“Peki ne yapılmalıydı?” diye soruyorlar...
Yapılması gereken önce siyaseti temizlemekti...
Bölgeciliğe, karmaşık seçim sistemine son verilmeliydi...
Cumhurbaşkanı, Başbakan, 10 tane bakan, 50 milletvekili, 50’den fazla müdür ve müsteşar...
İki yüze yaklşaşan müşavir...
Ayrıca koruma, şoför, çifte sekreter...
Bunlar, bu ülkeye göre çok lükus şeyler...
Birileri çıkıp cesurca bunları söylemeli ve önlem talep etmelidir...
Birkaç yıl daha milletvekilliği yapmak değildir önemli olan...
Önemli olan bu ülkeye hizmet vermek, örnek insan olabilmektir...
“Ya düzeltiriz arkadaşlar, ya da hep birlikte çekip gideriz” diyebilecek cesaretli insanlara ihtiyaç vardır...
Yıllar sonra Anayasayı değiştirmeye giderken, çok ivedilik arzetmeyen konularda ‘oybirliği’ sağlayabilen bugünkü meclisin, ‘Başkanlık ve seçim sistemini’ neden gündeme getirmediğini hepimiz biliyoruz...
Ayaklarda hala eskimiş çoraplar var...
Erimiş, solmuş...
Buna rağmen değiştirmeye yanaşmıyorlar...
Korku nedir?..
Yenisini alamama!..
Yani, bir daha seçilememe...
Bir daha makam aracının arka koltuğunda oturmama tehlikesi...
Hesap bu kadar basit...