banner564

Çıkmazdan ne bekliyoruz? Tanınma mı?

BM Genel Sekreteri, Kıbrıs sorunu ile ilgili müzakereleri başlatmak için umut var mı diye araştırma yapacak bir “kişisel temsilci” atadı. Maria Cuellar’ın atanmasıyla birlikte Kıbrıs sorunu hakkında konuşmalar da çoğaldı.
Rum tarafı, müzakerelerin yeniden ama Crans Montana’daki son yemekte kalınan yerden başlamasını istiyor. Türk tarafının buna onay vermeyeceği çok açık… Gerek bugünkü KKTC iktidarı, gerekse Türkiye’deki Erdoğan iktidarı “bırakma noktasını” olumlu bulmuyorlar. O noktaya, zamanın KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın verdiği tavizlerle gelindiğini düşünüyorlar. Crans Montana’daki denemenin “son deneme” olacağı bizzat Akıncı tarafından da ifade edilmişti zaten. Akıncı, “Verdiğimizi verdik… Aldınız aldınız; almadınız bitti” demeye getirmişti adeta. Hristodulidis, bu noktaya dönmeyi Akıncı’dan bile isteyemeyecekti herhalde… Bu koşulda ısrar ederse müzakerelerin başlaması konusunda istekli değildir demek olacak.
Neyse ama… Bizim esas olarak Türk tarafının tavrı üzerinde yoğunlaşmamız gerekiyor…
Akan Kürşat meselesi de gösterdi ki Türk tarafı giderek dünyadan soyutlanıyor. KKTC Cumhurbaşkanlığı, bir Kıbrıslı Türkün İtalya’da tutuklanmasının gerçek nedenini aradan 15 gün geçmiş olmasına karşın öğrenemedi. Dış dünya ile hiçbir diyaloğumuz kalmadı. Türk devletleriyle bile Türkiye aracılığı ile konuşabiliyoruz. Buna karşın Avrupa Birliği’nin yeşil hat ticaretinin genişletilmesi ve Kıbrıs Cumhuriyeti yurttaşı sayılan Kıbrıslı Türklere yeni olanaklar sağlanması için Rum tarafı üzerinde baskı kurduğu haberleri geliyor. Bizim yerimize başkaları, yaşamımızı kolaylaştırmak için çalışıyor… 
Böyle bir ortamda Türk tarafı, Maria Cuellar’ın çabalarının boşuna olacağını daha baştan ilan etmekte yarar görüyor. Oysa müzakereleri bugünkü iktidarın bile reddedemeyeceği koşullarla başlatmak mümkün olabilirdi. “Her şey sil baştan başlasın” deseniz bile bunu başarmanız mümkündü. Neden “sil baştan” demek durumunda olduğunuzu izah etmeye yetecek kadar gerekçeniz var zaten.
Bilindiği gibi Rum tarafı, 2004 yılındaki referandumda sonra sürdürülen müzakereleri zaman kazanmak ve haksızca elde ettiği AB üyeliğini pekiştirmek için kullandı. Zaman, bunu yeterince kanıtladı. Bu kanıtları uluslararası camianın önüne koyarak, “sil baştan” ve “zamanlanmış” olması koşuluyla yeni bir sürece girmekte ne gibi bir sakınca olabilir?
Çoğu zaman “bizi oyalıyorlar” deniyor. Müzakere yaparken veya yapar gibi görünürken yapamadığımız ama müzakere yokken yaptığımız ne var ki?
Tam tersine, müzakereden kaçan taraf olduğumuzda derdimizi anlatma olanağından bile yoksun kalıyoruz. Müzakereden kaçan taraf olduğumuzda, Avrupa Birliği, Kazakistan gibi ülkelere, “KKTC ile ilişki geliştirirseniz, bizimle ortaklık yapamazsınız” demek konusunda rahatlamış oluyor. Türk devletleri ile ilişki kurmamız bile zorlaşıyor.
Tanınma isteyenler de müzakerelerden kaçmamalıdır aslında… Başka devletlerin bizim de bir devlet çatısı altında yaşama hakkımız olduğunu kabullenebilmeleri için Rum tarafının uzlaşmazlığını ve Kıbrıslı Türklerin haklarını gasp ettiğini defalarca kanıtlamamız gerekiyor. Devlet yetkilileri gibi kamuoyuna da bunu göstermek zorundayız.
Bunun gerekliliğini anlamak neden bu kadar zordur, anlamış değilim doğrusu!
Maria Cuellar gelecek ve gidecek! Gidince ne demesini bekliyoruz? 
“Müzakere için ortak zemin yoktur; iyisi mi BM KKTC’yi tanısın da bu sorun da bitsin” mi diyecek? 
Uzlaşmazlığımızla kendimizi dünyaya tanıtacağımıza inanan var mı gerçekten?


Müzakere varken yapamadığımız ama müzakere olmadığında yaptığımız ne var ki?
 

YORUM EKLE

banner471

banner473