banner564

Bunun şakası yok

   Bölgemizde masum insanlar anlaşılmaz nedenlerle öldürülüyor...
   Sadece büyükler değil, yeni doğmuş bebekler dahi katlediliyor...
   Ve bu katliamlar ara vermeden devam ediyor...
   Suriye’de ve Irak’ta yıllardan beri kan ve gözyaşı vardır...
   İnsanlık açısından utanç verici bu anlamsız savaşları büyük güçler her ne halse durduramıyor!..
   Bunca uluslararası konferansa, liderler zirvesine, heyetler arası görüşmelere karşın büyük acı devam ediyor...
   Türkiye; dünyanın en zengin ülkesi değildir...
   Ame merhamet yüklüdür...
   Türk milletinde; benzeri görülmemiş misafirperverlik ve yardımlaşma geleneği vardır...
   Suriye’deki savaşın patlak vermesinden sonra 4 milyon civarında göçmene kucak açan ve tüm masrafları tek başına karşılayan Türkiye’dir...
   Peki diğerleri ne yapıyor?..
   Büyük bir kısmı yüz tane mülteci almayı dahi kabul etmiyor...
   Türkiye’nin masraflarına katkı koymayı reddediyor...
   Bebeklerin, çocukların, gençlerin, anaların ve babaların katledilmesine seyirci kalan bu devletler, diğer yandan Ortadoğu’nun ‘en huzurlu ve en güvenli’ ülkesi olan Kıbrıs’ta birşeyler yapmaya çalışıyor...
   Hep birlikte Türkiye’nin üzerine yürüyerek “Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı yükümlülüklerinizi yerine getirin” deniliyor...
   Halbuki; Türkiye’nin, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı hiçbir yükümlülüğü yoktur...
   Türkiye gelmeseydi; Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü ortadan kalkardı...
   On binlerce insan yok edilir, ada bir başka ülke ile bütünleşirdi...
   Bunu önleyen Türkiye oldu...

Uzlaşmaz  Türk liderliği mi?
   
   Türkiye’nin, Kıbrıs’a müdahalesinden sonra müzakereler  ‘İki bölgeli, iki toplumlu federasyon’ tezi üzerinde yürütüldü...
   Başpiskopos Makarios ve daha sonraki Rum liderlerinin tümü bu tezi ‘kağıt üzerinde’ kabul etti...
   Sonrasında bunun ‘acı verici’ olacağını söyleyerek, siyasi manevralarla çözümü engellemeye çalıştılar...
   Propaganda sanatında başarılı oldukları için tüm dünyayı ‘uzlaşmaz tarafın Türkiye ve Denktaş olduğuna’ inandırdılar...
  Türkiye’de 2003 yılından itibaren yeni bir dönem başladı...
   Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Kıbrıs sorununun çözümü için ‘bir adım önde’ siyasetini gündeme taşıdı...
  Merhum Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş gitti, yerine Mehmet Ali Talat geldi...
   Talat’ın Cumhurbaşkanı olduğu dönemde, Rumların liderliğine de ‘Yoldaşı’ AKEL Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas seçildi...
   Uzun yıllar “Kıbrıs sorununu ancak AKEL ile CTP çözebilir” diyenler çok umutlanmıştı...
   Ne var ki yoldaşlar da bunu başaramadı...
   Peki neden?..
   Son sözü Atina ve Kilise söylüyor da ondan...
   Annan Planı döneminde, Rum siyasi partilerinden DİSİ tek başına “evet” kampanyası yürütmüştü...
   Referandum günü DİSİ taraftarlarının yüzde 10’a yakın bölümü de “hayır” oyu kullandı...
   Kilise ve zengin işadamları “hayır” için büyük paralar harcadı...
   Ve büyük bir şans yitirildi...
   Sonrasında KKTC’nin Cumhurbaşkanlığına  Derviş Eroğlu, güneyin de DİSİ eski başkanı Anastasiadis  geldi...
   Anastasiadis, daha ilk günden kabul edilemez şartlarla müzakere ortamını bertaraf etmeye çalıştı...
   Kıbrıs Türk tarafı, Ankara’nın cesaretlendirmeleri sonucunda Anastasiadis’in ‘Ortak Mutabakat metnini’ de imzaladı...
   Uzatmayalım...
   Bu kez “Eroğlu ile de olmaz” demeye başladılar...
   Öyleyse son deneme için Akıncı görevde...

Gizliliği de onlar bozdu
   
   Kıbrıs Türk halkı, 2004 yılında yaşanan acı deneyimlere karşın, sırf çözüm olsun diye Akıncı’ya güçlü bir destek verdi...
   Halen vermeye devam ediyor...
   Akıncı, geçmiş dönemlerde hiçbir KKTC liderinin kabul etmediği bazı taleplere “Al-Ver” anlayışıyla olumlu karşıklık verdi...
   Ama bir yere kadar...
   Kıbrıslı Türklerin haklarını ve bu topraklar üzerindeki varlığını görmezden gelmelerine izin veremezdi...
   Müzakere masasında görüşülen gizli konuları aynı günden Rum basınına sızdırmak Rumlarda gelenek halini aldı...
   Gizli görüşmeler sızdıkça, kendi aralarında bilinçli bir şekilde oluşturdukları ‘Ret Cephesi’ daha da azgınlaştı...
   Dönüşümlü Başkanlığa “hayır” dediler...
   Oluşacak yönetimlerde, Türk temsilcilere veto hakkı tanımak istemediler...
   Ve hepsinden önemlisi koro halinde “İşe Yaramaz Garantiler kaldırılmazsa çözüm olmaz” demeye başladılar...
   Başrollerde kilise ve Yunanistan Dışişleri Bakanı Kocas...
   Kıbrıs müzakerelerini gerçekte kimlerin yürüttüğünü anlamayanlara şaşmak lazım...
   Tüm bunlar Birleşmiş Milletler ve AB yetkililerinin gözleri önünde yaşanıyor...
   Akıncı; bunun son şans olduğunu ısrarla söylediği ve uyarı yaptığı halde, Rum tarafı müzakereleri sonuca götürecek adımlar atmaktan kaçındı...
   Vermeden alma yönüne gitti...
   Türk tarafının çok haklı olarak talep ettiği bazı paylaşım haklarını vermek istemedi...
   Hele güvenlik konusunu, bunca  sıkıntılı süreçten sonra ‘çözümün şartı’ olarak ortaya koymak suretiyle, önümüzeki aylarda meydana gelebilecek gerginliğe ortam hazırladı...
   Hiç kimse bu güzel ülkede yeni gerginliklerin yaşanmasını istemiyor...
   Ama, Kıbrıslı Türklerin geleceğinin de Suriye veya Irak’takli savunmasız insanlar gibi olmasını da istemiyor...
   Ortadoğu’nun en huzurlu ve en güvenli bölgesinde yaşıyorsak, zoraki bir evlilikle bunu bertaraf edemeyiz...
   Rumlar unutmamalı ki; Sayın Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti’nin, Sayın Akıncı da KKTC’nin Cumhurbaşkanı’dır...
   Her iki liderin de kendi halkına karşı sorumlulukları vardır...
   Çözüm için ‘bir adım önde’ gitmemizi, teslimiyeti kabul edeceğimiz şeklinde değerlendirmekten vazgeçmek zorundadırlar...
   Ve bunun için de önümüzde sadece birkaç ay vardır...
   Sayın Sinirlioğlu’nun dediği gibi, bu oyun biter, başka oyunlar başlar...
YORUM EKLE

banner471

banner473