banner564

Bir ‘çıkış stratejisi’?

Türkiye epey bir zamandır ziyadesiyle sıkışmış bir durumda. Mevcut sistem kurumlarından insan malzemesine kadar akla gelebilecek hemen hemen her alanda dramatik bir iflâsı yaşıyor. O kadar kapsamlı bir iflâs manzarasıyla karşı karşıyayız ki, kamu hayatının çökmüş veya çıkmaza girmiş alanlarını sırf saymaya kalksak bile altından kalkabileceğimizden emin değilim. 
Ne yazık ki, içine sürüklendiği bu kıskaçtan ülkenin yakın -hatta orta vadede- kurtulabileceği konusunda hiçbir gözle görünür işaret de yok. Aslına bakılırsa, kimsenin bu konuda ne bilgisi ne de iradesi var! Muhalefet partilerinin şimdiye kadarki performanslarından geleceğe dönük bir ümit işareti çıkarmak maalesef zor görünüyor. En başta CHP, liderinin samimî gayretlerine rağmen, Türkiye için uygulanabilir bir çıkış stratejisi geliştirip bunu hayata geçirebilecek bir siyasî aktör izlenimi vermiyor. Öte yandan, Babacan’ın DEVA Partisi’nin siyasî söylemi böyle bir girişim için daha ümit verici görünse de, onun da söylediklerini gerçekleştirip ülkeyi düzlüğe çıkarabilecek iradeye sahip olup olmadığı belli değil. 
Gerçi, haklarını teslim edelim, bu zorluk sadece söz konusu partilerin kendi yetersizlik veya zaaflarından ileri gelmiyor. Aslında mesele tam da burada: Karşı karşıya bulunduğumuz zorluğun büyük kısmı cari iktidar yapısıyla ilgilidir. Bu, demokrasilerde bilinen anlamında seçilmiş çoğunluğun anayasal-hukukî nitelikteki sınırlı iktidarı değildir. Söz konusu olan, yargı da dâhil olmak üzere devletin bütün unsurlarını tam kontrolü altında bulunduran ve dahası sivil topluma da vesayet eden sınırsız -ve hatta ‘’sınır tanımaz’’- bir iktidardır. 
Kısaca, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve partisi olmak üzere hâlihazırdaki iktidar bloku hem rejimin tam kontrolünü elinde bulundurmaktadır, hem de bu ayrıcalıklı konumunu her ne pahasına olursa olsun koruma kararlılığına sahiptir. Devletin tam kontrolüne sahip olmanın kendilerine ve taraftarlarına sağladığı istisnaî avantajları korumanın iktidar koalisyonunda yer alanlar için adeta ‘’ölüm-kalım’’ meselesi olduğu da şimdiye kadar apaçık ortaya çıkmış bulunuyor. 
Öte yandan Türkiye’de devleti ‘’hizaya getirecek’’ güçlü bir sivil toplum canlılığı ve örgütlenmesi de maalesef bulunmuyor. Bunun bir nedeni, AKP iktidarının kontrolü altındaki devlet gücünü son yıllarda sadece kendisine açıkça muhalif olanları değil, ayrıca kendisiyle mutabık olmayan –veya olmayacağını düşündüğü- toplum kesimlerini de bastırmak için kullanmış ve daha da önemlisi topluma önderlik edebilecek herkesi sindirmiş olmasıdır. Güçlü bir sivil direnişin ortaya çıkmasını zorlaştıran diğer bir neden de, bugüne kadar AKP iktidarının özgürlük ve demokrasi için bir araya gelemeyecek derecede toplumu bilinçli olarak kutuplaştırmayı başarmış olmasıdır. 
Her şeye rağmen, bu karabasandan kurtulmak için Türkiye’nin demokratik yoldan iktidar değişimini gerçekleştirmekten başka çaresi yoktur. Bundan dolayı, bu demokratik mücadeleyi bütün zaaflarına rağmen -HDP dâhil olmak üzere- mevcut siyasî partilerle birlikte yürütmek durumundayız. Hatta, biraz fantastik olacak ama, daha önce de bir yazımda belirtmiş olduğum gibi, bu mücadelenin AKP’nin de bir şekilde katkısını almadan başarılması zordur. İktidarın büyük ortağı bu katkıyı, en başta seçimlerin gerçekten serbest ve yarışmacı olmasını sağlayacak düzenlemeleri yapacak ve buna fiilen riayet edilmesini garanti edecek bir isteklilik ve irade göstermekle yapabilir. Erdoğan ve AKP Türkiye’nin geleceğini sahiden önemsiyorsa, hem ahlâken hem de siyasî olarak en azından bu katkıyı sağlamak yükümlülüğü altındadır.
Ancak, demokratik yoldan iktidar değişimini sağlamak Türkiye’nin düzlüğe çıkması için sadece bir başlangıç olacaktır. Bu başlangıcı siyasî sistemin tümüyle yeniden yapılandırılmasının izlemesi zorunludur. Bu da, sahici anlamda ‘’yeni bir anayasa’’nın yapılmasını ve hukuk sisteminin en başta hem ‘’12 Eylül hukuku’’nun, hem de son 4-5 yılın istisnaî rejiminin iz ve kalıntılarından temizlenmesini gerektirmektedir. Bu, başta yargı bağımsızlığı olmak üzere hukukun üstünlüğü, özgürlük ve insan hakları ile lâikliğin anayasal güvenceye alınması ve ayrıca demokrasiyle bağdaşabilecek, denetim ve denge mekanizmalarına yer veren bir hükümet sisteminin kurumsallaştırılması anlamına gelecektir.
Zor ama başka yol yok gibi. 

Not: Bir punto büyük ve boldlar unutulmasın…

YORUM EKLE
YORUMLAR
Abdurrehman yıldırım
Abdurrehman yıldırım - 4 yıl Önce

Size katılıyorum.Ancak dahada radikal değişiklikler gerekli.bir silkeniş bir diriliş buda demokrasi güçleri ile mümkün.

ahmet
ahmet - 4 yıl Önce

İktidarın büyük ortağı bu katkıyı, en başta seçimlerin gerçekten serbest ve yarışmacı olmasını sağlayacak düzenlemeleri yapacak ve buna fiilen riayet edilmesini garanti edecek bir isteklilik ve irade göstermekle yapabilir. Erdoğan ve AKP Türkiye’nin geleceğini sahiden önemsiyorsa, hem ahlâken hem de siyasî olarak en azından bu katkıyı sağlamak yükümlülüğü altındadır.

Dersinize girmiş eski bir öğrenciniz olarak sormak isterim: "Devletin tam kontrolüne sahip olmanın kendilerine ve taraftarlarına sağladığı istisnaî avantajları korumanın iktidar koalisyonunda yer alanlar için adeta ‘’ölüm-kalım’’ meselesi olduğu da şimdiye kadar apaçık ortaya çıkmış bulunuyorsa neden yukarıdaki önermeyi yapsın?, neden rekabetçi seçim hukuku oluştursun"

banner471

banner473