Türkiye’nin gerçekleştirdiği Barış Pınarı Hareketini, Kıbrıs Barış Hareketi ile ilişkilendiren yorum ve değerlendirmeler yapılıyor. Ana tema, Barış Pınarı Hareketine, Batı Dünyası ve Arap Birliği ile ABD'den gelen tepkileri, Kıbrıs Barış Hareketine dönük tepkilerle özdeşleştirmektir.
1974 Barış Hareketi kararını Rahmetli Sayın Ecevit ve Sayın Erbakan'ın birlikte gerçekleştirdiği ve bir ilk olan, CHP-MSP hükümeti verdi. Ancak buna o zaman dünya, büyük bir karşı tepki göstermedi.
Aksine, Faşist Yunan Cuntasının, 15 Temmuz'da gerçekleştirdiği faşist darbe, tüm dünyadan büyük bir karşı tepki almıştı. Bu darbeye karşı, “ Kıbrıs’ın toprak Bütünlüğü ve Anayasal Düzeninin “ korunması amacı ile Garantörlük Hakkı çerçevesinde yapılan 20 Temmuz Barış Hareketine, dünyadan sempati vardı. Hatta müteveffa Makarios dahi, BM Kürsüsünden bu adımı davet etmiş ve pozitif konuşmuştu. Ancak işin rengi, ikinci hareket sonrası farklılaşmaya başladı. Bu farklılaşmaya, hareketi yapma kararı veren CHP- MSP Hükümetinin farklı yaklaşımları da etkili olurken; en olumsuz etkiyi ise bu adımdan sonra, CHP- MSP hükümetinin bozulması ve Türkiye’de siyasi boşluk oluşması oldu.
Bu boşluk ve siyasi kriz çok pahalıya mal oldu. Dünyada harekete dönük var olmayan tepki, yerini karşıtlığa bırakmaya başladı. Bunda bir diğer neden de bu Hareketin, iç siyasi yaşama indekslenmesi ve Fetihçi anlayışların oy hesabı ile öne çıkartılması oldu. Bu,Türkiye’ye dönük ambargoların ve kınama kararlarını gelişmesine yol açtı.
Ancak daha sonra sağlıklı değerlendirmelerin gelişmesi ile 1977’de Denktaş- Makarios Doruk Antlaşmasının BM zemininde gerçekleşmesi oluştu. Bu antlaşma ile çatışmasız bir ortam ve diplomatik yumuşama gelişti.
Fakat, o gün bugündür, kimi zaman bizden kaynaklanan, kimi zaman ise Güneyden kaynaklanan nedenler yüzünden 20 Temmuz Barış Hareketinin sonuçları; karşılıklı kabul edilebilir bir antlaşma ile sonuçlanmadı. Yani askeri olarak başaran, ama evrensel kabule döndüremeyen bir hale dönüştük.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramını kutladığımız bu dönemde, unutmamamız gereken bir gerçek var. Yoğun ve çetin bir Ulusal Kuruluş Savaşı sonucunda, Türkiye Büyük Millet Meclisinde Atatürk ve mücadele arkadaşları, Cumhuriyeti ilan ettiler. İlan ettikleri Türkiye Cumhuriyetini ise, 1925’te Lozan’da, uluslararası kabule döndüren bir antlaşma ile taçlandırdılar. Türkiye’nin bu güne gelmesinde bunun önemi büyüktür. Yani savaş başarısının esiri olmadılar. Kurdukları Cumhuriyeti, evrensel kabul gören bir antlaşma ile pekiştirme yoluna girdiler.
Bu nedenle 1974 Barış Hareketi ile Kıbrıs ‘ta oluşan durumu; 1977 Doruk Antlaşması ile evrensel kabul gören bir zeminde çözme niyeti göstermemize karşın; biz, bu güne kadar bunu karşılıklı kabul edilebilir bir antlaşmaya döndürememiş olmanın yarattığı çok yönlü sıkıntıları içte ve dışta yaşıyoruz.
Bu nedenle günümüzde, Barış Pınarı Hareketi nedeni ile oluşan duygu yoğunluğu ve Türkiye ile KKTC arasında oluşan söz çaktırma ortamı içinde boğulmamalıyız. Aksine, 25 Kasımda gerçekleşecek olan BM ve Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum Tarafları arasındaki zirve olayına, soğukkanlılıkla odaklanmalıyız.
Zaman, bir birimize hem içte, hem de Türkiye ile laf sokuşturma zamanı değildir. Aksine, akıla akıl ilave etme zamanıdır. 20 Temmuz Barış Hareketinden sonra oluşan siyasi krizin, nelere mal olduğunu unutanlar; bu zirve öncesi, kısır siyasi sokuşturma ve tartışmaların kimseye yarar getirmeyeceğini kavramalıdır. Artık, bir parmağımızı ısırdığımızda, onunun birden ağrımasından ders almak gerekiyor.
Barış Harekatı, Barış Pınarı ve 25 Kasım
- 28 Ekim 2019, 09:43
- 303
YORUM EKLE
Yorumunuz Onaylanmak Üzere Gönderildi