AB'nin 60. kuruluş yıldönümü kutlandı. 60 yıl önce 1. ve 2. Dünya Savaşları ile büyük acılar ve savaşlar yaşayan Avrupa'da barış ve işbirliği için 6 ülke AET'in temelini attı. Bu temel, gelişmelerin AB'ye ulaşmasını sağladı.
Kıbrıs'ın süreci
Kıbrıs'ın AET süreci ise 1962 yılında başladı. Kıbrıs Cumhuriyeti ile birlikte Garantör ülkeler olan Türkiye ve Yunanistan da AET'ye üye oldu. Ancak diğer Garantör ülke olan İngiltere'nin AET üyeliğinin Fransa tarafından veto edilmesiyle birlikte, Kıbrıs'ın AET üyeliği dondu. Çünkü Kıbrıs, Garanti Antlaşmaları çerçevesinde üç Garantör ülkenin üye olmadığı bir uluslararası örgüte üye olamazdı.
Sonra malum, 1964 Toplumlararası çatışmalar ve iki toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek toplumlu bir yapıya darbe ile fiili olarak dönüştürülmesi. Anayasasının "buzluğa" girmesi gerçekleşti.
Bu, 1970'li yılların başında Fransa'nın İngiltere üzerindeki vetosunu kaldırması ve İngiltere'nin AET'ye üye olmasına kadar sürdü. Bundan sonra Kıbrıs'ın AET ile Hükümetler arası görüşmelerle askıdaki üyeliğinin ilerlemesi gündeme geldi.
Ama 1960'ta oluşan Kıbrıs Cumhuriyeti fiilen yoktu. Bu üyeliğin ilerlemesi için iki toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin hem Cumhurbaşkanın, hem de Cumhurbaşkanı Yardımcısının imzası gerekiyordu.
Osman Örek...
İşte o günün koşullarında, Kıbrıs Türk Yönetimi Dışişleri Üyesi Rahmetli Osman Örek'in tarihi yorumları oldu. Sayın Örek, bu süreçin ilerlemesi için Kıbrıs Türk toplumunun da onayı olması gerektiğini vurguladı. Bunun için Kıbrıs - AET Hükümetler arası görüşmelerine Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasında yer alan 7/3 oranına bağlı olarak, görüşme sürecine, Kıbrıs Türk toplumunun da katılması ve bunun sonucunda onay verilmesi görüşünü geliştirdi.
Ama Sayın Osman Örek'in bu görüşü, basit milliyetçi yorumla itibar görmedi. Ancak görüşmelere katılmamakla birlikte Kıbrıs Türk Toplumu adına, dönemin Cumhurbaşkanı Yardımcısı imzaladı ve Kıbrıs'ın AET'ye üye olması gerçekleşti.
KC'nin Kurucu ortağı ve Kıbrıs'ın AET'ye üye olmasını sağlayan onayın sahibi toplum olarak Kıbrıs - AET ilişkilerinin içinde olmadık, ama bundan yararlandık.
Kıbrıs Rum tarafının 1974 sonrası tüm çabasına karşın Avrupa ile ekonomik ilişkilerimiz devam etti. Tarım ve Sanayi ürünlerimizi gümrüksüz ve sağlık belgeleri bizden onaylı ihraç ettik. Bugün hellimdeki sağlık belgesi sorunu ışığında olaya baktığınızda kaybımızın ne olduğu anlaşılır.
Bu doğrudan ilişki, gelişmesine bağnazlık ve vurdumduymazlıkla katkı sağladığımız 1995 ABAD kararına kadar sürdü. Buna da 1991'de kendi aklımızla mühür değiştirmek. Arkasından da fırsatı değerlendiren Kıbrıs Rum egemenlerinin İngiltere de dava açması ve akabinde de mantık dışı bir tavırla buna müdahil olmakla yol açtık.
Böylece Güneyin bağnazlarına Avrupa indinde ambargo geliştirme imkan doğdu.
AB süreçleri
Bu arada başlayan bu AET sürecinin, siyasi ve ekonomik birliği geliştirmek için önce Avrupa topluluğuna, sonra AB 'ye dönüşmesi gerçekleşti. Biz ise bu süreçlerin içinde yoktuk.
Ancak süreç gelişiyordu. Türkiye'nin de süreçle ilgili hedefleri vardı. Buna bağlı olarak 1994'te Türkiye'nin AB ile gerçekleştiği AB Gümrük Birliği Antlaşması oluştu.
Arkasından da AB üyelik yolundaki hedeflerine bağlı olarak, 1999'da Türkiye'nin Helsinki Kararını kabulü gerçekleşti.
Ancak bu gelişmeler içinde bir şey daha ilerliyordu. Buda 1990 başında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB'ye tam üye olmak amacı ile başvurusu ve bunun gereği olarak Hükümetler arası görüşmelerin gelişmesi.
İşte bu gelişmelerde işin içinde olmayan tek taraf bizdik. Ama bizsiz de bu olmazdı. Bizim dışımızda gelişen bu süreç; en nihayet, Türkiye'nin AB üyelik görüşmeleri için tarih almasını getiren 2002 Kopenhag zirvesine kadar sürdü.
Kaçan yeni fırsat...
O aşamada ise elimize gelen yeni fırsatı yeniden teptik. Kıbrıs'ta Federal Çözümü hedefleyen Annan Planı’nın görüşmelere temel olmasını ve Referandum yapmayı ret etmek ve bu nedenle de Kopenhag zirvesini sabote etmek bağnazlığı gösterdik. Arkasından aynı tutumu 2003'te La Hey zirvesinde gösterdik. Sonucunda malesef çözüm olmadan Kıbrıs'ın AB'ye üye olması gerçekleşti.
1994 Türkiye - AB Gümrük Birliği ve 1999 Helsinki Zirvesinin sonuçlarının kabul edilmesiyle bu gelişmelere bağlantılı olan gerekleri yapmayan tarihi hatalarla Kıbrıs, AB'ye çözüm olmadan üye oldu.
Kıbrıs'ın AB üyeliği, güneyin bağnazlığını besledi…
Bu süreçten sonra Kıbrıs Rum egemen güçleri AB üyeliğinin getirdiği avantajı kullanmaya başladı. Bunun için Türkiye'nin AB üyeliğine olumsuz bakan Avrupa'nın Muhafazakar güçleri ile Anti- Türkiye temelinde ittifaklar yaptılar. Onlarla birlikte Türkiye'nin AB süreçlerini kesintiye uğratmak için tüm engeller yaratıldı.
Başlıklar bloke edilerek, Kıbrıs sorunun çözümünü AB üzerinden Türkiye'ye şantaj ile sağlayacaklarını zan ettiler.
Bu akıl dışı tavır; Türkiye'nin AB ile uyumunu öngören İnsan Hakları, Yargı, Basın Özgürlükleri alanlarını içeren 23. ve 24. Fasılların dahi bloke edilmesine kadar gitti...
Bu gelişmeler AB'yi de vurdu..
İşte bu süreçler sonunda, Avrupa'nın demokratik birliği için yola çıkan AB'yi, kendi üyesi olan Kıbrıs’ın dahi demokratik birliğini sağlamayan konuma soktu.
Bunu küçük diye kimse önemsiz görmesin. Sonuçta bu küçük diye görülen Kıbrıs olayı günümüzde, AB 'nin sorunlar yaşamasına yol açan hakimiyetçi ve ayrılıkçı haraketlerin de besiyerlerinden biri oldu.
Çünkü, Güney Kıbrıs'ın Avrupa'nın muhafazakarları ile birlikte kaşıdığı Anti- Türkiyecilik tavır, kendi içinde günümüzde AB'nin temellerini sarsan ırkcı, faşizan ve evrensellikten kaçan dar milliyetçi gelişmeleri besledi.
Buna 2008 dünya ekonomik krizi ile başlayan süreçte eklendi. Dar maliye politikaları ile sosyal devletin sarsılması bu demagog milliyetçiliği besledi.
Bugün İngiltere Brexit ile AB'den ayrıldı. AB ülkelerinde ciddi milliyetçi ve ayrılıkçı hareketler var. Türkiye ile AB 'nin ilişkileri ise çok kötü.
Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafında AB karşıtlığının aşan, anti - batıcı eğilimler gelişti.
Kaçmak çare değil...
Ancak 60. kuruluş yıldönümünde tüm bu süreçten dersler çıkartarak AB üyeliği hedefinden ve Kıbrıs'ta siyasi eşitliği içeren iki bölgeli, iki toplumlu Federal Kıbrıs hedefinden uzaklaşmamak gerekir.
Bize karşı izlenen bu olumsuz tavırlara karşı takip edilmesi gereken yol; kimseye boyun eğmeden, AB'nin temellenmesine yol açan insan hakları, demokrasi, hukuk devleti ve sosyal adalet ilkelerine bağlı olarak AB çıpasını toplumumuz ve halkımız için temellendirmek olmalıdır.
Çünkü iç barışımızı, demokratik ve ekonomik gelişmemizi ilerlettiğimiz dönemin; hem Türkiye, hem Kıbrıs'ta AB süreçlerine girdiğimiz 2002 sonrasında başlayan yaşanmışlıklarımız olduğunu yaşadık...
Bu yüzden AB süreçlerinden dışlanmak istenmemizin, demokratik ve ekonomik gelişmemizi istemeyen dış ve iç bazı güçler olduğunu da görmemiz gerekir.
AB'nin 60. kuruluş yıldönümünde AB ile yaşadığımız tüm sorunlara karşın, AB'nin demokratik kriterlerine, kimse için değil, ama halkımız ve insanımız için yüzümüzü yeniden dönmemiz gerekiyor. Bu bizi iç barış ve demokratik, ekonomik gelişmeye götürecek esastır.
Halkların kendi kimlikleri ile demokratik birliği ilkelerini savunarak barışın temelleneceğini öngören, ama buna önem vermeyen Avrupa'nın bazı güçlerine karşın, bu değerlerin savunucusu ve yaşama geçmesinin en önemli savunucusu olmamız gerekiyor. İç barışı, demokratik ve ekonomik gelişmeyi bu zemin sağlar.
Ne biz, ne Türkiye, ne aklını, ne yüzünü AB değerlerine dönmemelidir.