Günümüzde Kıbrıs sorununun çözümünde gerçekleşecek düzenlemelerle ilgili olarak pek çok şey, çözüme bakıştaki siyasi tercihe göre ifade ediliyor. Ama haklı temeldeki endişeler de var. Bunlarda görüşmelerde oluşan yakınlaşmalara dönük enformasyon konusundaki eksiklikten ötürü boşlukta kalıyor ve sağlıklı değerlendirme oluşamıyor.
Toprak ve Mülkiyetle ilgili sorunlardan ayrı, Yerleşme Hakkı, Seçme ve Seçilme Hakkı ile ilgili konular bu nedenle karmaşa içinde ele alınmaya çalışılıyor...
Yerleşme ve mülkiyet..
Yerleşme Hakkı konusunu tartışırken, ister Federal Çözüme karşı olun, isterseniz bundan yana olun, konuyu etnik arındırmaya dayalı bir yaklaşımla ele alırsanız, evrensel kabul bulamazsınız.
Zaten yıllardır dünyadan beklediğimiz karşılığı bulamamamızın bir nedeni budur. Mülkiyette, "aldım bitti" ve Yerleşme Hakkında da etnik arındırmaya dayalı anlayışla şekillenmiş anlatımlarla evrensel destek bulamayız.
Peki buna bağlı olarak Federal Çözümde bu konularda Kıbrıs Türk tarafının haklı endişeleri yok mu? Evet, var.
Bu endişeleri giderecek yaklaşımları, evrensel olarak benimsetmede takip edeceğimiz akıl dolu yaklaşımların kabul göreceği ise kesindir Bunun esaslı örnekleri vardır.
Örneğin; Federal Çözümde Kuzeyde yer alacak Kıbrıs Türk Devletinde, Nüfus ve Mülkiyette çoğunluğun Kıbrıs Türk Toplumunda olması gerektiğine dönük talebimizi karşılayan BM Güvenlik Konseyi’nin kararı var. Ama yıllardır egemen siyasi anlayışın aklında olan gizli ajandaya ters düştüğü için bu yıllarca es geçildi.
Ancak bu temel, sonuçta bir BM Planı olan Annan Planı’nın içine yerleştirildi. Yani bu endişelere dayalı hususlar, evrensel kabul gördü.
Evet, plan Kıbrıslı Rumlarca reddedildi. Bu yüzden geçersizdir diye düşünebilirsiniz.
Bu evrensel kabul üzerinden Annan Planı’nda yer alan zemin üzerinden, mülkiyet meselesi ile ilgili olarak, "Taşınmaz Mal Komisyonu Yasasını" Meclisten geçirdik.
Bu yasayı yapıp geçirdiğimiz için, "vatan haini" olarak tanımlandık. Ancak ne oldu? AHİM bu yasayı, içinde yer alan tüm unsurları ile birlikte 2010'da Demopoulos olarak bilinen kararı ile evrensel kabul gören bir esasa bağladı.
Bugün Sayın Akıncı ile Sayın Anastasiadis arasında yapılan müzakerelerde Mülkiyet konusunda oluşan yakınlaşma zeminini bu gelişme sağladı.
Yani endişeleri, evrensel kabul gören bir anlayışla ele almak, mülkiyet konusunda önemli gelişmelere yol açtı. Bugün bu AHİM Kararını, Taşınmaz Mal Komisyonu'nu yasasını reddeden, çıkardığımız için suçlayan tüm kesimler, bunu olumlu olarak değerlendirmektedir.
Baf Kapısı ve Ermu
Bunun benzerini barikatlar konusunda da yaşadık. Toplumlararası çatışmaların başlaması ile Lefkoşa'da ilk ayrım sınırı, 1958'lerde olmuştu. Baf Kapısı’ndan başlayıp, Ermu üzerinden Mağusa Kapısı’na ulaşan ayrım çizgisi oluşmuştu. Bu çizgi yalnızca Lefkoşa Surlariçi’ni ikiye bölmüştü.
1964'te Kıbrıs Cumhuriyeti’ni gasp etmek isteyen Kıbrıs Rum hakimiyetçi anlayışının tetiklemesi ile Toplumlararası çatışmalar başladı. Meşhur 1964 BM kararı ile BM Barış Gücü adaya geldi. Onlar gelene kadar, o dönemde Barış Gücü olarak görev yapan İngiliz Birliği’nin üst düzey Komutanlarından olan Sayın Peter Young tarafından bu kez, tüm Lefkoşa'yı bölen ve onu kantonlaştıran, sonuçta tüm adada bulunan Türk Kantonlarını, adanın bütününden ayıran sınırlar oluştu.
Lefkoşa'daki sınırı Peter Young, Yeşil kalemle çizdiği için, adada, sınırın adı da Yeşil Hat oldu.
Bugün ada boydan boya sınırla ikiye ayrıldı. Bu sınırı iki toplum arasında ekonomik ilişki temelinde aşılması için çıkan AB kararının adı da, Yeşil Hat Tüzüğü oldu.
Şimdi bu sınırın idari ve coğrafi olarak kalması, ama siyasi olarak kalkması için, Federal Çözümün olması amacıyla hala uğraşıyoruz.
İşte bu, 1964'te çizilen Yeşil Hat üzerinde bulunan geçiş noktalarından ikisi, Lokmacı ve Ledra Palas'tı. Bunlar semboldu..
Bu sınır ve üzerinde bulunan bu barikatlar; Kıbrıslı Türkler açısından kendilerini Kıbrıslı Rumların saldırılarına karşı korumaya çalıştıkları, Rumlara dönük son uç mevzi idi. Yani deyim yerinde ise, "Serhat Boyunun" uç noktası idi.
Kıbrıslı Rumlar açısından ise bunlar, düşmanları saydıkları Kıbrıslı Türkleri zapt etmek için aşmaları gerektiğine inandıkları önlerinde bulunan en son engeldi.
Bu yüzden buralarda nesiller boyu elde silah, genç Kıbrıslı Türkler ve Rumlar eller tetikte, birbirlerini mevzilerin mazgal deliklerinden seyrettiler.
Kaç nesil, buraları Türkçe ve Yunanca, "vatanı korumak" adına ölümüne verdikleri yeminlerle korumaya veya aşmaya ant içtiler.
Bugün, bunca yaşanmışlıktan sonra her iki barikattanda insanlar, Türkçe, Yunanca ya da başka ana dilde konuşarak, ellerini kollarını sallayarak geçiyor...
Şimdi oralardan, karşılıklı olarak güle oynaya geçerken; ellerin tetikte, karşı karşıya durulduğu, kuş uçurtmamaya dönük yemin edilen, bu Lokmacı ve Ledra Palas Barikatı’nda dün yaşananları, geçenlerin biri bile hatırlıyor mu?
Dün, belli politik sonuçlar elde etmek için kurgulanan siyasetler ve söylemler, günümüzde meydana gelen gelişmeler nedeni ile artık anlamlarını yitirdiler. Kimse dünkü o akıl dışılığı savunmuyor.
Bizim için...
Üstelik bunun bizim açımızdan bir başka anlamı daha var. Bugün, barikatlardan Kuzeyden Güneye serbestçe geçebiliyoruz. Peki, 1974'ten 2003 Nisan ayına kadar o barikatlardan geçmek mümkün müydü? Hayır..
Üstelik, KKTC Devletinden izin alıp Güneye geçenlere dahi, ertesi gün siyasi demeçlerde ve basında, "Rumcu, vatan haini" diye saldırmak moda idi.
Annan Planı tartışmalarında da bu konuda, yani serbest dolaşım uygulaması hakkında da yer yerinden oynamıştı....Ne kahramanlar türemişti, "geçit yok" diyen.
Bu barikatlar için Dışişleri Bakanlığında, asker ve polisin içinde özel birimler oluşmuştu. Nisan 2003'te barikatlar, onları varoluş gerekçesi sayan iktidar tarafından bir gecede, tek yanlı açıldı. Böylece tüm o birimlerde işlevini yitirdi..
Bugün serbest geçiş yapılıyor. Ne dava çöktü, ne de yıkım oldu. Aksine her iki tarafta, büyük ayıplardan birinden kısmi olarak kurtuldu.
Yerleşme hakkı
Şimdi Yerleşme Hakkı üzerinde hararetli tartışmalar yapılıyor. Eğer antlaşma olursa, bugün barikatlar konusunda ve Mülkiyet konusunda yaşadığımız gibi buda yarının akla gelmeyen konusu olacaktır.
Konu ile ilgili evrensel kabul gören ilke nettir.
Kuzeyde oluşacak olan Kurucu Devletin nüfus ve mülkiyet çoğunluğu Kıbrıslı Türklerde olacaktır. Dolayısı ile bu, yerleşme hakkını da belirler.
Üstelik bugün, Kuzey Kıbrıs'a, İngiliz, Rus ve diğer başka uluslardan insanlar geldi ve yerleşti. Bizimle yaşıyorlar. Bundan ne zarar gördük ki? Üstelik bu bize her açıdan maddi ve manevi zenginlik katıyor.
Bu bakımdan belli sayıda Kıbrıslı Rumun Kuzeye yerleşmesi elbette ki nüfus çoğunluğunu sarsmayacak şekilde, bir kayıp değil; aksine, bugün değerlendiremediğimiz başka zenginlikleri de bize katacak bir konudur....
Üstelik bu konuda gerçek olmayan korkular var. "Yerleşecekler ve Federal Yönetimde eşitliğimizi kaybedecek miyiz" endişesi besleniyor. Hayır öyle değil.
Bir kere Federal Cumhuriyetin eşitliğimizi belirleyecek en üst organlarından biri olacak olan Senato için Seçimler, yerleştiği yere bakmaksızın, toplumsal mensubiyet üzerinden olacaktır.
Ayrıca Kurucu Devletlerin iç vatandaşlığı da olacaktır.
Yani, Birleşik Kıbrıs Federal Cumhuriyeti’nin vatandaşı olmak, tek başına Kıbrıs Türk Devletinin organlarının seçiminde seçme ve seçilme hakkını kullanmayı belirlemeyecek. Aynı zamanda bu Kurucu Devletin İç Vatandaşlığına da sahip olmayı gerektirecek.
İç Vatandaşlığı verme yetkisi de doğrudan Kurucu Devlete ait olacak.
Yerleşenin oy kullanması da yalnız yerel seçimler ve Avrupa Parlamentosu seçimleri ile ilgili olacaktır. Buda AB üyeliğinin evrensel bir kuraldır...
Bu nedenle yerleşme hakkına, korku ile karşı çıkmak, dün; " barikatlar açılırsa dava çökecek" argümanı gibi temelsiz ve bize endişelerimizi karşılamada evrensel kabul sağlamayan bir yaklaşımdır...
Bu ülkeye ve insanına, yani Kıbrıs Türk Toplumuna güvenin.
Bu toplum yaşadığı bunca tecrübeden ve demokratik birikiminden sonra, ne birine boyun eğer, ne de başkasına karşı hoyrat davranır.