Pyrgi, Sakız Adası
Köy meydanının çevresindeki kafenionlardan birinin duvarına dayanan koltuklarda yan yana oturan dört ihtiyardılar.
Soldan başlayacak olursak, birinin elinde işlemeli, el yapımı bir topuz vardı. Çivili ucunu ara sıra yere vuruyordu.
Diğerinin göbeği vardı.
Bir diğerinin yamacında iki tıbbi baston vardı. Ağzı açıktı ve bir eli göğsünde idi ama göğsü inip kalkmıyordu. Acaba öldü de kimse farkında mı değil diye düşündüm köy meydanını kaplayan büyük yapraklı, kaba gölgeli ağaçlardan birinin altında oturmuş kötü bir sandviç çiğnerken.
Dördüncüsünün, Atatürk’ün Selanik’te yüzbaşı olduğu yıllarda sahip olduğu palabıyığa benzer bir bıyığı vardı. Bıyık beyaz ve olağanüstü itinalı idi.
Kafenin mağaramsı derinliklerindeki bardan kapıya doğru bir kadının yürümekte olduğunu gördüm. Kapının aydınlığında çok kısa bir etek ve belinin çevresini açıkta bırakan bir bluz giyen genç kadın belirdi. “Bütün gençler güzeldir,” tarifine uygun bir güzelliğe sahipti.
Kapının girişinde topuk seslerinin duyulması ile birlikte ihtiyarlarda bir canlanma oldu. Ölmüş olabileceğini sandığım ihtiyar ağzını kapatmaya çalıştıysa da beceremedi ama ölmemiş olduğunu kanıtladı.
Kız yürüyerek önlerinden geçerken dördü birden onu süzdü.
Gözleri kızın arkasından gitti.
İçlerinden “Oh be! Dünya varmış,” demişlerdir.
Yaşlarını toplasam dört yüze yakın bir rakam çıkardı ama o zevki tatmaları artık mümkün değilse de kadın teninin erkeğe bu dünyada tatması mümkün olan en büyük zevki verdiğini hatırlıyorlardı. Kadın gözden kaybolduktan sonra, bir kargaşa alanına dönüşmüş olsa bile hafızalarının derinliklerinden bu tür zevk anılarının yüzeye çıktığını umdum.
Aklıma depresif şairlerin şahı olan Philip Larkin’in en karanlık şiirlerinden biri olan The Old Fools – Salak İhtiyarlar adlı şiiri geldi.
Larkin iğrenerek ve kendi başına gelebilecekleri onlarda gördüğünü bilerek bakıyor ihtiyarlarına, bu ünlü şiirde.
Onlar artık “yaşıyor olmanın milyon taçyapraklı çiçeğine” sahip değildi. Anılarda yaşıyorlardı. “Burada ve şimdi değil bir zamanlar her şeyin olup bittiği yerlerde. Bu nedenledir ki burada olmamanın şaşkınlığı var havalarında, orada olmaya çalıştıkları ama burada oldukları için.”
Sen de öyle zannet Philip gardaş!
Larkin’in bu şiiri bize ihtiyarların ruh hâlini anlatmaktan çok, şiir olsun düz yazı olsun, bütün eserlerin ne kadar sübjektif, tek kişiye has, olduğunu anlatıyor. Şiirdeki ihtiyarlar Larkin’in ölesiye korktuğu ihtiyarlığın ve ölüm yakınlığının nasıl olabileceğinin tarifidir, gerçek ihtiyarlığın ve ölüme yakın olmanın değil.
“Ağzı açık” ihtiyarların ölümü değil, çıplak kadın bedenlerini düşünebiliyor olabilecekleri Larkin’in aklından bile geçmiyor.
Larkin’in anlattığı yaşlılara benzemeye korkmasına o kadar gerek yoktu. 1985’te, genç sayılabilecek 63 yaşında gırtlak kanserinden öldü. Şiirlerinde anlattığına ve hayat hikâyesine bakılacak olursa, sekse doymamış olarak.
Benim ihtiyarlar ise öğleye doğru ağaçlık meydana karşı oturmuş önlerinden geçen kızları seyredip erotik hayaller kuruyor.
EYLÜL SONU
Günler kısaldı... Kanlıca'nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.
Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa...
Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa...
İçtik bu nâdir içki'yi yıllarca kanmadık...
Bir böyle zevke tek bir ömür yetmiyor, yazık!
Diye devam eder bir diğer usta Yahya Kemal. Çamlıcanın ihtiyarlarını anlatırken.
Yine usta; Ölmek değil ömrümüzün en feci işi
Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.Diyerek başka bir mesaj vermiş.
Olmeden evvel olmek ne haince bir duzen degil mi ?