Her toplum, siyasi sistemi ne olursa olsun, sürekli olarak hafızasını meydana getiren geçmişi ile evriminin ilhamı olan geleceği arasında gidip gelir.
Liderlik bu yolculuğun onsuz olmazıdır: Kararlar alınmalı, güven kazanılmalı, sözler tutulmalı ve ileriye götürecek politikalar önerilmelidir.
Devlet, din, ordu, şirket, okul olsun bütün kurumlarda insanları oldukları yerden hiç bulunmadıkları, bazen gitmeyi bile hayal edemeyecekleri yere taşıyan kuvvet liderliktir.
Lidersizlik kurumların amaçsızca sürüklenmesine neden olur, milletleri ise önemsizleştirir ve sonunda felaketle karşı karşıya getirir.
Yukarıdaki cümleleri eski ABD Dışişleri Bakanı ve çağımızın yaşayan belki de en bilge devlet adamı olan Henry Kissinger’in Leadership – Liderlik adlı yeni kitabının girişinden çevirdim.
Doksan dokuz yaşında yayımladığı bu kitabında Kissinger, izledikleri stratejilerle dünya tarihinde çığır açan altı liderin analizini yapıyor.
Bunlardan ilki, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’nın başına geçen Konrad Adenauer’dir (1876-1967). Adenauer pişmanlık ve alçakgönüllülükle ünlü Alman çalışkanlığını birleştirerek ülkesinin eski gücüne kavuşmasının temellerini attı ve Almanya’yı Avrupa ailesinin barışçıl bir üyesi hâline getirdi. Onun izlediği politikayı “Yumuşak Başlılık Stratejisi” olarak niteliyor Kissinger.
Charles de Gaulle (1890-1970) savaşta yenilen Fransa’yı ayağa kaldırdı ve Cezayir’in bağımsızlığını kazanmasını sağladı. Onunki “İrade Stratejisi”dir.
Kissinger’in önce danışmanlık, sonra Dışişleri Bakanlığı’nı yaptığı Richard Nixon (1913-1994) “İrade Stratejisi” ile Vietnam Savaşı’nı sona erdirdi ve Çin ile ilişki kurarak o dev ülkenin dünya ailesine katılmasının yolunu açtı. Onun stratejisini belirleyen “Denge”dir.
Kissinger, Mısır Lideri Enver Sedat’ın (1918-1981) Kudüs’e giderek Arap-İsrail barışının yolunu ve bu uğurda canını vermesi politikasını çevirisi zor bir kelime ile tarif ediyor: Transcendence. Aşkınlık, normalin ötesinde oluşmuş şey olarak çeviriyor Sesli Sözlük.
Lee Kuan Yew (1923-2015) Singapur’u cüce iken dev yaptı. Onu yönetmeye başladığında, İngiliz sömürge kalıntısı, geri bir toprak parçası olan Singapur’u dünyanın en ileri ülkeleri arasına soktu. Ülkenin kişi başına düşen milli geliri 1965’te 517 dolar civarında iken 2020’de 60,000 dolara çıktı. Lee’ninki “Mükemmellik Stratejisi”dir.
Margaret Thatcher (1925-2013) kaybedilen imparatorluğun yasını tutan ve grevler, ekonomik sorunlarla boğuşan bir ülkenin başına geçti ve bugünkü zengin Britanya’nın temellerini atan reformlar yaptı. Ülkesine uluslararası arenada gücünün üstünde fors kazandırdı. Thatcher’inki “Sağlam ve İçten İnanç Stratejisi”dir.
Kissinger bu altı liderin hepsini tanıdığını, bazıları ile dostluk ilişkisini hayatlarının sonuna kadar sürdürdüğünü yazıyor.
Birçoğuna büyük görünmeyecek bu liderlerin ortak bazı özellikleri vardı: Uzun bir tecrübe dönemi, dürüstlük, muhaliflerine inat gibi görünen kararlılık, başkalarının cesaret edemeyeceği girişimlere teşebbüs etmek, amaçların izlenmesinde sebat. Ve belki de bunlardan bile önemlisi, hizmet etme, halkları için işe yarama duygusu.
Kitabı okurken sık sık aklıma ikisi de kriz içinde olan TC ve KKTC’nin liderleri geldi ve kötü lider olmanın iyi olmaktan ne kadar kolay olduğu. Ve kötü liderlerin milletlerini nasıl önemsizleştirerek felakete sürüklediği…
Teessüf ederim Kissinger! 20 yılda milli gelirimizi 12.000 dolardan 8.000 dolara çıkaran liderimiz Erdoğan’ı nasıl görmezsin?