Kıbrıs sorununun çözüm sürecini ilgilendiren görüşmelerin önemli bir aşamasındayız. Ayrıca içte çok önemli siyasi, ekonomik, demokratik ve sosyal sorunların yol açtığı ciddi sıkıntıların doruk noktasındayız.
Bunları aşmanın temeli, doğru tesbitler ve çıkış yolları arayışını geliştirmekten geçer.
Bunun gelişmesi için iktidara çok büyük sorumluluk düşmektedir. İktidara dönük bu sorumluluk nedeni ile muhalefet sorumluluktan azade mi? Hayır.
Dolayısı ile konuyu, saat meselesi ile bağlantılı sorunla irdelemekte fayda var.
Kış saati uygulamasında bu memlekete uymayan bir düzenleme oldu. Bunun üzerine kör karanlıkta işe, okula gitme konusu gelişti. Bu yaşanırken Değirmenlik yolunda elim kaza oldu.
Bunun üzerine pek çok şey yanı sıra, saatlerin eski kış saati uygulamasına dönmesi talebi gelişti. Bunun üzerine tam da "al da bozdur" denecek yeni bir durum oluştu. Mesai saatleri tartışması sorunu gelişti...
Şimdi iktidar bu uygulamayı savunmaya çalışıyor.
Ama kış saati uygulaması değişimini öngören toplumsal talebe dönük sergilediği tavır, ortak aklı bulmaya yardımcı değil. Aksine kavgayı besliyor.
İşte iktidar muhalefet ve sivil toplum ilişkilerinin sağlıklı bir tartışma zeminine dönüşmesi ihtiyacı, bu yaşanmakta olan yanlışlık üzerinden ele alınmalıdır.
Savunma, birliği değil çatışmayı…
Hükümetin bu konu üzerine kendini savunmak için gündeme taşıdığı argümanlar çatışmayı besliyor.
Çünkü Başbakan, Başbakan Yardımcısı ve iktidarı savunan çevreler, saat değişimi ile ilgili talebe dönük savunma için iki şey ifade ediyorlar.
Bunlardan biri, "Teknik olarak saati değiştirmek sorun yaratır, çünkü ilişkilerimiz Türkiye ile yoğundur" argümanıdır.
Diğeri argüman ise, değişim talebine dönük olarak, "Bunlar, Güneyle uyum isterler, dolayısı ile bu istedikleri Türkiye karşıtlığından ötürüdür" ifadesidir...
Bu savunma, çok eski alışkanlıkla ve bunu Türkiye karşıtlığı ve Rumculuk üzerinden yapılıyor. Bu ise muhalefet edenlerin sert ve keskin sözlerini besliyor.
Bu ortam muhalefet edenlerin bir kısmını, bu saat uygulamasını, "Mekke Saatine uyum olarak" ifade etmeye itiyor.
Al sana tam kopuşu getiren ve çatışmayı besleyen ortam.
Türkiye ile saat farkı…
Önce Hükümetin saatlerde değişim talebinde bulunanları, "Güney Saatine" uyum istiyorlar diye yaptığı suçlamasına değinelim.
Bir kere bu yıla kadar Türkiye, KKTC ve Güney aynı saat dilimi içinde idi. Bir farkımız yoktu. Yani bu sözü söylerken Hükümet eden partiler, öncelikle bizzat kendilerini sıfırlıyorlar. Çünkü zaman olarak KKTC en fazla iktidarda olan bu iki partidir.
İkincisi ise, bu farkın, fiilen dün yaşandığı gerçeğidir.
Çünkü Türkiye, 2015'te seçimler nedeni ile Kış saati uygulamasını ertelemişti. Yani 25 Ekim 2015'te yürürlüğe girecek olan kış saati uygulamasını Türkiye 8 Kasım’a ertelemişti.
O dönem ise biz; 25 Ekim'de kış saati uygulamasına girmiştik ve 8 Kasım’a kadar bu saat farkı KKTC'de uygulanmış ve Türkiye ile saat farkı 8 Ekim'den sonra düzelmişti.
Türkiye bunu o zaman niçin yapmıştı? Ülkenin demokratik bir hakkı olan seçimlerin saat nedeni ile yani karanlık nedeni ile sıkıntı yaşamaması için yapmıştı. Yani kendi ihtiyaçlarını öne koymuştu.
Dolayısı ile bugün eğer kör karanlıkta işe ve okula gidilmemesi talebi ile eski kış saati uygulamasına dönülmesi isteği neden Rumculuk, ya da Güneyi istiyorlar diye tanımlansın?
Hükümetin bu uygulamayı savunmak için gündeme getirdiği diğer argüman olan, "teknik ihtiyaç" meselesi de fiilen bu yaşanmış gerçek nedeni ile inandırıcı olmaz.
Fark var?
Bugün Türkiye ile pek çok alanda fark var. Ben olayın yasal ve siyasal yanları üzerinde fazlaca durmak istemiyorum.
Ama iki konuda yazayım. Biri yargı düzeni ile ilgilidir. Bu farkımız bence korunmalıdır. Yargının siyasallaşmaması için bu fark, her açıdan savunulmalıdır.
Diğeri ise yaşamın kendisi ile doğrudan bağlantılıdır.
Bu da trafikle ilgilidir. KKTC ile Türkiye arasında sağ ve sol direksiyon ve yol akışı konusunda ciddi fark var.
Siz eğer bugün, saat konusunda bizde yaşanan bu anomaliyi savunurken olayı, teknik mesele diye tanımlarsanız, yarın diğer alanlarda da bu önemli farkları değiştirme konusu da sizi bulur.
Peki, farklılık kötülük mü, avantaj mı?
Üstelik bu farklar, Türkiye ile KKTC arasında sorun değil, aksine avantaj da yaratır.
Çünkü turizm, eğitim için adaya gelen Türkiye insanı, farklı bir yere gelmenin motivasyonunu da içinde taşır. Bu farklılığı yaşamak avantajdır.
Üstelik biz bunun, kendi demokratik yaşamımız ve toplumsal yapımızdaki farklı özelliklerle de avantaj yarattığını da biliyoruz. Türkiye'den adaya gelen pek çok insana bu özelliklerimiz çok çekici gelmektedir.
Hele bu farkı, çevre temizliği, evrensel standartlarda iş ve yaşam alanlarında da geliştirirsek ve bunu fiyat avantajları ile desteklersek, Kıbrıs, Türkiye insanına daha da cazip gelir.
Yani bu farklılıklar dezavantaj değil, aksine Türkiye ve Kıbrıs Türk toplumu ilişkilerinin daha da gelişmesine katkı sağlayan değerler olur.
Çatışmanın beslenmesi...
Ama olayın bu mantık zemininde tartışılması yerine eğer siz, bu saat değişimini talep edenleri,
"Türkiye düşmanlığı ile bunu istiyorlar" diye takdim ederseniz bu zemini bozarsınız.
Üstelik de hak etmediği şekilde Türkiye'yi iç ve dış kamuoyu önünde sıkıntıya da sokarsanız. Yani sevdiğinize, özünde sıkıntı yaratırsınız.
Halbuki yukarıda yazdığım daha geçen sene yaşadığımız örnek var. O zaman da Türkiye bu konuda "hadi sizde" demedi...
Yani saat konusunda yaşanmışlık ve trafikte, direksiyonda ve yol akışında Türkiye ile sağ- sol farkı ve Yargı sisteminde ciddi farkımız varken ama Güney ile bu alanlarda benzerliğimiz gerçekken, bunlar Rumculuk olmuyor da, saat farkı talebi mi Rumculuk oluyor?
Aksine bu farklar bence, Türkiye insanının Kıbrıs'la ilişkisinde önemli bir cazibedir.
Ancak bunu tartışırken muhalefete de sorumluluk düşer. Bu uygulamayı eleştirenler eğer bunu, "Mekke Saatine" uyum diye lanse ederse, o zaman da bunu, boyutunun ötesinde, siyasi ve ideolojik kamplaşma kısırlığına sokarsınız...
Yaşadığımız bu son örnek, düşün ve siyaset dünyamızda diyalogu yok edecek hangi zeminden kaçmamız gerektiğini bize gösteren önemli bir derstir.
Ama ne isterse olsun, tartışmaları doğru temelde yönetmekte esas sorumluluk, erkte olanların krizleri hangi düşünce ve metotla yönettikleri ile de doğrudan bağlantılıdır.