Uyduruk ‘Kıbrıslı Türkçesini’ (!) benimsetmek amacına yönelik faaliyetlerin, halkımızın yararına olmadığı görüşündeyim. Bu kampanyayı destekleyenlerin çoğunun da tehlikenin ve tezgâhlanan oyunun farkında olmadıkları düşüncesindeyim.
Bize ait değerleri korumak, gelenek, görenek ve yerel değerlerimize sahip çıkmak, normal ve takdir edilmesi gereken bir tutumdur. Ancak bazı kişilerin bilerek bilmeyerek, sapla samanı karıştırdığı görülüyor. Lehçe, şive, ağız, aksan sözcüklerinin anlamını bilmesi gerekenlerin, Kıbrıslı Türkçesini (!) benimsettirmek çabalarının masumane, yapıcı ve iyi niyetli davranış olduğunu kabul etmek oldukça zordur.
Dilin önemini 2500 yıl önce yaşayan Çinli Filozof Konfüçyüs: ‘Bir milleti yok etmek isterseniz işe önce dil ile başlayın. Çünkü dil, bir halkın gerçek anlamda millet olduğunu gösteren en önemli etkendir’ diyerek ortaya koydu. Peyami Safa ise, ‘Bir milleti yok etmek isterseniz, askeri istilaya lüzum yoktur; tarihini unutturmak, dilini bozmak, dininden soğutmak ve dolayısıyla manevi değerlerini, ahlakını yozlaştırmak kâfidir’ diyerek vurguladı.
Yaşanan dönemde işgaller, önce dil ve kültür aşılaması ile yapılır. Kültür emperyalizmi adı verilen bu yayılmacılığı amaç edinen ülkeler, iletişim araçlarını da yanlarına alarak, halkın dilini ve kültürünü bozmak için, her türlü yozlaştırıcı faaliyetlere destek olurlar.
Nutuk milliyetçilerinin umursamazlığından yararlanan bir kesim maalesef Kıbrıs Türk halkını: dilinden, dininden, ulusal kimliğinden, kültüründen koparmak, uyduruk Kıbrıslılık kimliğini benimsettirmek ve böylece çoğunluğu Rum olan tek halk içinde eritip yok etmek amacı ile çok profesyonelce ve yoğun kampanya yürütmektedir.
Oysa dünyada Kıbrıs milleti yoktur. ‘Kıbrıslı, Adanalı, İstanbullu, kişilerin yaşadığı yeri tanımlar. Kıbrıs Türk halkının atalarının Anadolu’dan geldiği ve dil, din, ulusal kimlik bakımından orada yaşayanlardan hiçbir farklılığı olmadığı inkâr edilemeyen bir gerçektir. Kıbrıslıca dili, lehçesi veya şivesi yoktur. Kıbrıs Türk ağzı vardır. Bu ise dilimizin bir zenginliğidir.
Türkiye ile Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan Türkçesi arasındaki fark lehçedir. Türkiye ile Azerbaycan Türkçesi arasındaki fark şivedir. Kıbrıs’ta konuşulan Türkçe ile anavatandaki Türkçe arasında ise sadece ağız farkı vardır. Lefkoşa’da konuşulan Türkçe ile Karpaz’da konuşulan Türkçe arasındaki fark ise aksandır.
Atalarımız Anadolu’dan geldiğine ve oradaki halkın bir parçası olduğumuza göre, doğru olan ulusal kimliğimize, Türkçemize sahip çıkmak ve erozyonuna izin vermemektir. Özüne sahip çıkmak iddiasında olanlar, öncelikle öz benliklerine yani Türklüklerine ve Türkçe dillerine sahip çıkmalıdır.
ABD’nin Rum kesimindeki eski elçisi Frank Urbancic’in bir konuşmasında ‘Türkiye adadaki Türklerle yakın ilişki içinde, ancak Kıbrıslı Türklerin çoğu kendini Türk hissetmiyor’ açıklaması, içimizdeki yolunu şaşırtmışların seslerinin dıştan nasıl algılandığını göstermesi ve ciddiye alınması bakımından önemlidir.
Dil, bir milletin ruhudur. Tarih boyunca dilsiz bir millet olmamıştır. Milliyet, bir milletin maddi vücududur. Milletlere can veren, milli kültürleri ve o kültürleri nesilden nesle aktarmalarını sağlayan dilleridir. Tüm milletler; tarihini, dil ve edebiyatını bozmaya çalışan iç ve dış mihraklarla mücadele eder.
Bu nedenle dilimize karışan yabancı sözcüklerin, bozuk ifadelerin, öğrenim görmeyenlerin konuşmasını ve argo kelimelerin ön plana çıkarılarak sözde Kıbrıslı Türkçesi (!) olarak dayatılmasına karşı çıkılmalı.
Ayrıca, dilimizin yozlaştırılması amacı ile yürütülen kampanyaya öncülük edenlere hükümet mali yardımı durdurmalı. YYK’da yasal işlem yapmalı.
Barış havarilerinin (!) sessiz kalarak cesaretlendirmesi sayesinde, iç ve dış düşmanların yoğun beyin yıkama ve kimliksizleştirme propagandaları sonucu, halkımıza ruh ve dinamizm veren değerlerimizin üzeri küllerle kaplanmıştır. .Fakat küçük bir çaba ile küllenmiş bu kaynağı harekete geçirmemiz imkânsız değildir.