Atalarımızdan hala daha duyuyoruz:
"Eskiden olanaklar kısıtlı idi ama çok daha mutluyduk …"
Çok derin anlamlar taşıyor bu bir satırlık kelimeler.
Herkes bir birini tanır, sever, saygı duyar, malına, mülküne, toprağının çokluğuna makamına bakmadan tertemiz duygularla severdi.
" Gaveci Hüseyin, reçber Mahmut, Terzi Hasan, Muallime Ayşe, Oksillary Mustafa, Çalgıcı Arif, Münür Diş Doktoru, İsmet Dayı (Baudari - Dondurmacı ), Tatlıcı Ferit, Nazmi Polis, Yapıcı İbrahim, Kasap Bekir, Ahmet Makinist, Kemal Sandüviçci ,Ramadan Şamişici, Özkan İskemleci ,Nejla Berber , Dönerci Cemal, vs vs ."
Örneğin benim büyüdüğüm Bostancı'da tek tük insanların arabası vardı ve ben yirmi, bilemediniz yirmi beş olan araç plakalarını ezbere bilirdim. Öyle şimdi hepimizin evinde olan iki, üç araba yoktu.
Herkesin evinde telefon yoktu.
Doktor olsan da, tatlıcı olsan da herkese aynı sevgi ile yaklaşılır, toplum içerisinde herkesin kendine göre bir saygınlığı vardı. Kimse hakir görülmezdi.
Bizdeki otomobiller Türkiye'de yoktu. Örnek verecek olursam, Mercedes, BMW bir yana, İngiltere’den getirilen Ford XR3, Ford Taunus arabalar, burada Türkiye'den gelenler tarafından Ferrari gibi görülürdü. Türkiye'de Anadol, Renault 12 ve Murat 124’ten başka salon araç yoktu. Seksenli yılların ortasında “Türkiye ilk Ford Taunus'u ürettiğinde o Ford Taunus'un ileri modelleri altı yedi yıl öncesinden Kıbrıs sokaklarında zaten vardı. Hem de Made in England.
Toplum içerisinde herkesin kendine göre bir saygınlığı vardı. Üstüne üstlük çocukluğumdan hatırlıyorum, hitabetlerde Bay, Hanım kelimeleri hiç ama hiç eksik olmazdı. Bu kelimeler, büyük insanlara kullanılır diye düşünürdüm hep...
Bu arada sağcısı da, solcusu da "Hayatta Kalabilme” felsefesi ile yan yana, omuz omuza savaşmış, köylerinden olanlar, başka köylere göç etmiş, hiç hor görülmeden yardımda bulunulmuş, kucaklanmış, bağırlara basılmış. Bu arada o yıllarda, hırsızlık, arsızlık o kadar az görülüyor idi ki, bir yıl içerisinde tek tük olay olur, suç işleyenler utancından bir daha toplum içerisine karışamaz, ölene kadar evinden dışarı çıkamazdı.
Bu yazdıklarım daha yirmi, yirmi beş yıl öncesine kadar böyle idi. Federe devletin sonuna gelindiğinde, yetmiş dört öncesi İngiliz devlet dairelerinin kültürel disiplinini alan memur kesim, geçmiş Federe Devlet anlayışı ile Güneyden getirdikleri memuriyet hizmetlerinden sonra emekli oldular. Ne zaman ki KKTC "Memur Devleti" oldu ve yeni jenerasyon memurlar işe alındı, aslında ülke yavaş yavaş bugünlere dek gelinen ve en sonunda karaya oturan felsefe yerleşti. Bu bizden, o onlardan. Bu Rumcu, o vatansever, bizim Ayşe'nin kızı iş, bizim Nahit’in oğlu iş.
“Biz seni ailece destekleyeceyik, sen da bizim çocuğu işe yerleştireceksin.”
Devletin bugün finans maliye ve siyaseten çökmesinin birinci temel felsefesi bu oldu. Bunu Türkiye istedi, yok İngiliz istedi, onu bunu demek inanın işimize geldiği içindir.
Memur devleti değil turizm cenneti olmalıydı
Halbuki burası bir turizm merkezi olabilirdi. Antalya adeta bir kasaba iken bugün dünya turizminin başkenti olduysa, Kuzey Kıbrıs benzer bir şekilde kalkınabilirdi.
Kıbrıs Türk Federe Devleti olarak yola devam ediyor olsaydık, bugün başka şeyleri konuşuyor olabilirdik.
Annan planı ile Kıbrıs Türk halkı ikiye tamamen bölündü.
Bir tarafta sözde milliyetçiler, bir tarafta Annan planı ile sözde dünyaya entegre olmayı bekleyen solcular ve sosyal demokratlar, diğer taraftan da dünyanın koşulsuz desteğini alan Rumlar.
Yüzde altmış beş ile "evet" deyip Annan planı ile dünyaya entegre olmayı bekleyen Kıbrıs Türkü birkaç açılımın dışında kendi sınırlarına yine mahkûm edildi.
Rumlar ise Annan Planına " hayır" demelerine rağmen, Avrupa Birliği'nin kapılarını ardına kadar açtı.
1963 yılından beri kendi bozdukları Kıbrıs Cumhuriyeti'nin reisi ilan edilen Kıbrıslı Rumlar; Kıbrıs Cumhuriyeti'nin tek taraflı patronu olarak AB tarafından siyaseten ve ekonomik olarak taç giydiler.
2004 yılından sonra geçici inşaat patlaması, kolay zengin olanlar, dağı taşı satışa çıkan Kuzey Kıbrıs toprakları, kimini rüyasında göremeyeceği kadar zengin etti, kimisini de
“ne oldum” delisi yaptı.
Partizanlık, kolay yoldan zengin olma, üçkâğıtçılık biz yaparız olur, halkın görüşü, halkın onayı hiçe sayılarak, Anayasa alenen delinerek, kanun, kural hiç edilerek, yerle bir edildi.
Toplumun tamamını ilgilendiren önemli kararlarda bile toplumsal konsensüs sağlanmadan hareket edilmeye başlandı.
Ne acıdır ki, bu kararların altına imza atanlar, halkın iradesi hiç edilerek, gelecek nesillere ihanet edildiğinin farkına bile varamıyorlar. Bakmayın öyle göstermelik , popülizm kokan bir kaç küçük iş yaptıklarında manşetlere çıktıklarına. Esas Büyük lokma , perde gerisinden büyük menfaatler karşısında idare ediliyor ve yönetiliyor.
“Al gülüm, ver gülüm.”
Gittikçe çığ gibi büyüyen bölünmüşlük ve halkın bağrından koparılan sosyolojik ,toplumsal barış anlayışı.
"Haklarımızı savunuyoruz" diyerek kendi polisine saldıranlar, onları durdurmaya çalışırken anlamsızca bakan güvenlik güçleri.
Ekranlarda yaşananları görünce büyük bir üzüntü ve derin kaygı duyduğum için bugün bu yazıyı yazma ihtiyacı duydum.
Biz böyle miydik? Yazıklar olsun ki gelişirken, büyürken, aslında medeniyet ve demokrasi anlamında o kadar küçülmüşüz. Küçülürken de toplumsal barışı unutmuşuz, ayrışmışız, garip tuhaf bir şey olmuşuz…
Halkımızı yukarıda saydığım gibi böldünüz ya tarih sizi affetmeyecek. Hem sizi, hem yıllardır Kıbrıs Türkünün hakkını yiyen Rumları, bizleri kandıran Avrupa Birliği'ni ve de İngiltere'yi. Sakın son günlerde dilinizde pelesenk olan gaz, petrol, Mavi Vatan çıkarları bugünkü yapıyı gerektirir demeyin. Biz artık insanca yaşamak istiyoruz, sporcularımız dünya ile kucaklaşsın, burası ekonomik ve siyasi olarak dış dünyaya entegre olsun istiyoruz. En insani hakkımız olan spor yapma hakkını bile elimizden alıyorsunuz...
Sahi, Fenerbahçe AEK Larnaka maçları oynanacak mı? Fenerbahçe maçı oynamak için nereden gidecek o ülkeye? Hadi buyurun samimi iseniz, Kıbrıs Türkünün yanında olmanın tam da zamanı.