Bu yazımı turizm sektörüne ayırmıyorum. Başlıca sektör olan Turizm ayrıca Eğitim Ekonomi, Ulaştırma, Maliye ve Sağlık konularında sınıfta kaldığımız için, bu hafta turizm yazmayacağım.
Benim gibi evlatlarının geleceğini merak edenler, üzülen anne ve babalar için yazacağım. Hatta evlatlarımızdan özür dileyeceğim.
Sadece Turizm sektörüne bel bağlayamayan nesiller değil, hiçbir sektöre sarılamayan, kısaca geleceklerini bu güzel ülkede arayamayacak olan gençlerden peşinen özür diliyorum.
Kırk yedi yıldır özgürlüğümüzü bize kazandıran bizden önceki nesiller olan kişilerden, annemden, babamdan, dedemden, öğretmenlerimden, bizi cansiperane korumaya çalışırken gazi olan, şehit düşen, ömrünü bu ülkeye adayan gerçek “vatanseverlerden”, Mücahitlerden özür diliyorum.
Bizi tam elli yıla yakın burada “vatan, millet, Sakarya” nutukları ile avutan sözde siyasetçilere karşı, Türkiye`mizden bu ülkeye gelerek savaşan bizlerin canını korumaya çalışırken burada şehit düşen, gazi olan Mehmetçiklerimizden özür diliyorum.
Neden biliyor musunuz? Kısaca başaramadık da ondan. Ne yazık ki gerçek bu. Sözde ülkeyi düşünen siyasetçiler yüzünden. Çünkü siyaseti ayaklar altına alan, siyaseti memleket gailesi için değil, kendi çıkarları uğruna, siyaseti adeta meslek haline getiren kişiler olduğu için özür diliyorum.
Bu arada, siyasetin içerisinde aktif olan, sevdiğim, saydığım, büyüklerim, yaşça küçüklerim; ter temiz, dürüst, harika insanlar var. Onları tenzih ediyorum.
Konu derin bir o kadar da yeni
Geçenlerde üniversitedeki ofisimde düşünüyordum. Ben oğluma şimdiki ekonomik ve siyasi koşullar altında “sen bu ülkede geleceğini kur, bu vatan topraklarına sahip çık diyebilir miyim?” Tıpkı baban gibi, deden, ne bileyim Mücahitler, Mehmetçikler gibi geleceğini burada düşün diyebilir miydim? Her şeyden önemlisi geleceğin garanti diyebilir miydim?
Benim gibi memur çocuğu olup da tırnakları ile bir yerlere gelmeye çalışırken, büyükbabası, veya babaannesi gibi İngiliz memur terbiyesi almış (İngiliz Ağrotur Üslerinde çalıştıklarından dolayı) geçmişte farklı bir memuriyetin olduğu ancak şimdiki memurların bir çoğunun partizanlığın içerisine dibine kadar gömüldüklerini, memurların devleti yüceltmek adına değil de, sağcı, solcu, vatansever ve sözde Rum sever olarak ayrıldıklarının farkında olup olmadığını sordum.
Özel sektörde kendi işini kurmadıkça, yıllarca karın tokluğuna çalışacağını, büyük ideallerini gerçekleştirmek için doğru yol olan çok ama çok çalışman gerektiğini, en kötüsü ya hırsız, ya dolandırıcı veya aileden zengin doğman gerektiğini biliyor musun? Diye sordum.
En az senin kadar neler olup bittiğinin farkındayım gibisinden bir bakış attı.
“Ben ülkemi çok seviyorum ama benim yaşıtlarımın büyük bir kısmı geleceğini bu ülkede görmüyor baba” diye de ekledi. “Biz sizin gibi kandırılmak, partizanlık, torpil gibi unsurlar ile yıpratılmak, hakkımız olmadan da bir yerlere gelmek istemiyoruz hep arkadaşlar ile bunu konuşuyoruz” diyerek “bana kızar gibi baktı. “Mademki ayrı bir ülkeyiz Rumlar bize neden elektrik veriyor veya biz onlardan nasıl elektrik almaya muhtaç ediliriz diye de sormaz mı? Tam da nereden çıktı bu diye düşüncelere dalarken “Ülkeme aşık bir insanken, asla bu ülkeye kendimi senin gibi bağlayıp ileride doğacak çocuklarımı da bu sarmalın içinde büyütmeyeceğim, bu yanlış sistemin içerisinde olmam, olmayacağım” dedi.
Doğru söze ne denir misali ona baktım, yutkundum ama cevap veremedim. Daha on sekizinde bir genç olan oğlum Mustafam belli ki her gün sosyal medyada, gazetelerde, televizyonda, çevresinde yazılanlardan çizilenlerden kendine göre bir analiz yapmış ve ona göre adımlar atmaya başlamıştı. Oysa ben istemez miydim herhangi bir Avrupa ülkesi gibi yaşam standartları yüksek, insanca yaşam koşulları olan, demokrasisi gelişmiş, medeni, kendi Kıbrıslı Türk hüviyetini kaybetmemiş, bu vatan için çalışarak bu ülkede yani burada kök salmak istemesini?
Senden özür diliyorum dedim. Neden dedi? Sana ben daha güzel bir ülke bırakmak isterdim dedim. “E senin ne suçun var ki baba “Keşke herkes senin gibi olsaydı bu ülkede, eminim her şey farklı olurdu” dedi.
Her söylediği kelime hala daha kulaklarımda. Beynimin tüm hücrelerine girmiş aklımdan çıkmıyor. Belki de ölene kadar da çıkmayacak. Derin bir üzüntü sarmıştı tüm benliğimi. Hala daha etkisinden kurtulamıyorum.
Biz bunun için mi mücadele etmiştik? Veya hala ediyoruz? En çarpıcı soruyu sorayım. Ben onun yerinde ve yaşında olsam burada kalır mıydım? Cevap çok da basitti aslında. O benim oğlumdu ve onun yaptığının aynısını yapacaktım kesinlikle. Biz bunları görmek için burada kalıp bir hayat mücadelesi vermemiştik oysa.
Çok yazık değil mi? Özür dilerim oğlum, hem başta senden, hem de senin gibi gerçek vatansever Kıbrıs Türklerinden. Hızla yok oluyoruz, dünya üzerinde eriyoruz ama hiçbir şey elimizden gelmiyor.
Bir sözüm de siyaseti meslek haline getiren siz siyasilere. Siz daha kendinizi yiyin, kurultay hesapları, seçimler, on bir ay sonra yine seçimler, kim iktidar olur, o gelsin bu gitsin.
Bilin ki toplumsal uyanış çoktan başladı. Ayrıştırdığınız sağcısı, solcusu, kamu - özel çalışanları yeter demeye başladı. Sivil toplum kuruluşları, tüm kesimler "kral çıplak" demeye başladı. Gerçekten bu kez işiniz zor. Unutulmasın, halktan uzak, kendi çıkarlarını düşünerek yapılan siyaset, çökmeye mahkumdur.
Ömrünüz gidiyor farkında mısınız? Sizden özür dilemiyorum hem de hiç. Esas siz bu çocuklardan, bu güzel nesillerden, onlara böyle hissettirdiğiniz için özür dileyin. Hepiniz teker teker. Özür dilemek de bir erdemdir.
Güncelleme Tarihi: 15 Ağustos 2021, 04:53
Hukumet kendi cikarlarini dusunmekten halki gormuyor / duymuyor / bilmiyor !!!!