Kıbrıs Türkü, dünyada örnekleri az görülür bir şekilde acıyı, gözyaşını, göçü ve en önemlisi can güvenliğini yıllarca yaşamış bir halk. Kendine vatan bildiği topraklar üzerinde yarım asırı aşan bir zaman diliminde yedisinden yetmişine herkes “Acaba yarın hayattamıyız, babalarımız, amcalarımız, ağbeylerimiz ve biz bir gün özgürlüğü tadacakmıyız” sorusuna yanıt arayarak geçirdi.
1963 yılının 21 Aralık günü bir kabus gibi çöktü bu topraklar üzerine, Kıbrıslı Türkler, canından, malından ve yerinden yurdundan oldu yıllarca. 11 yıl getto benzeri yaşam alanlarında tutunmaya çalıştı bu topraklarda... Ve hep umutla özgürlüğü bekledi yılmadan usanmadan. 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Türkü’nün yıllarca düşlediği Özgürlüğün bir başka deyişle kurtuluşun günü oldu.
Bahire Arbaş, 72 yaşında bir nine. Dağyolulu “Fota” olan Bahire nine Kıbrıs Türkü’nün yıllarca verdiği mücadelenin bire bir tanığı. Diyalog gazetesi muhabirlerinin kapısını çaldığı Bahire Arbaş, kendi özelinde gazetemize aslında Kıbrıs tarihinin kısa bir özetini anlattı. “Çok kötü günler yaşadık, korktuk ama yılmadık hep dua ettik ne bir yakınımız ne de bir soydaşımız ölmesin” diyerek başladı öyküsünü anlatmaya.
“Her yeri yaktılar”
“15 Temmuz 74 başında sonumuzun geldiğini düşündüğümüz ama sonradan bizi kurtuluşa götüren bir tarih oldu. Rumların kendi aralarında başlattıkları çatışmaların bize de döneceğini hissetmiştik. Yolda sokakta herhangi bir yerde karşılaştığımız bir Rum bize çok da iyi bakmıyordu. Olayların patlak vermesinden kısa bir süre sonra, Rum askerlerinin Bilele (Göçeri) yamaçlarını kuşattığını gördük ve malesef bu sırada 5 şehit verdik. Rum askerleri çok acımasız davranıyorlardı, önlerine ne çıkarsa yakıp yıkıyorlardı. Bizim hayvanlarımız vardı, bir gün bu hayvanları yedirirken Rum askerleri geldi ve bana ateş açmaya başladılar, kurşunlar başımın üstünden geçerek evin duvarına isabet etti. Korku ve panikle kaçarak kümese saklandım ve böylece hayatta kalmayı başardım.”
Çok korktuk
Bahire nine yaşadıklarını anlattıkça sanki o günleri yeniden yaşarmışcasına duygulandı gözleri doldu elleri titredi, kelimeler dudaklarından zorlanarak çıkmaya başladı ancak yine de yaşadıklarını anlatmayı sürdürdü:
“O günlerde bizim evde yaklaşık 40 kişi kalırdık ve hepimiz da çok korkmuştuk. Her gün bir şeyler duyar hayatımızdan endişe ederdik. O köyde bu kadar insanı öldürdüler, bu köyde şunu yaptılar diye insanlar kendi aralarında konuştukça endişelerimiz daha da artardı. Kısaca bizim evde kalanların hepsinde ölüm korkusu vardı. Zaten Fota’nın etrafındaki bütün Türk köylerini Rumlar ele geçirdiği için sıranın bize geldiğini düşünürdük. Ama Türkiye çıkarma yapmaya başlayınca bu korkumuz azaldı ancak çıkarmadan sonra da bizim bölgede çok çatışmalar yaşandı.”
“En kötüsü 22-23 Temmuz’du”
Bahire nine, 74 Temmuz’unun çok zor bir ay olduğunu anlatıyor anılarını zorlayarak ve o günleri bir kez daha yaşayarak, “Temmuz gerçekten çok zor geçti ancak en zoru o 2 gün oldu diyerek, 22- 23 Temmuz’da yaşadıklarını şu cümlelerle özetliyor.
“Türk askeri adaya çıkmaya başladıktan sonra hem Mandrez ovasına hem da bizim evin yanına Türk askerleri paraşütlerle inmeye başladı. Ama Rumlar paraşütlerle atlayan askerlere ateş açmaya başladılar. Birçok askerin ayakları koptu birçoğu da öldü, paraşütle atlarken vurulup yere düşen askerler, sanki yere düşen yıldızlar gibiydiler. 22 ve 23 Temmuz günleri savaşın en kötü günleriydi, her yerde çatışmalar yaşandı. Karada, havada, denizde. O günler çok kötüydü, her tarafta silah ve bomba sesleri vardı. Her yer barut kokardı ve birçok insan ya ölü ya da yaralı olarak yatıyordu. Çok korkunç manzaralardı bunlar, mesela paraşütle atlayan ve vurulup ölen bir askeri biz bulduk, cebinde ailesinin fotoğrafı vardı, biz üzerini battaniye ile örterek almaları için askerlere haber verdik.”
Kamyonda askerler vardı
“Türk askerleri bölgeyi kontrol altına aldıktan sonra, Bilelle’yi Rum askerlerinden temizlediler. Burayı aldıktan sonra askerler bizim eve geldiler ve su istediler, onlar su içerken baktım kamyondan kan damlar, merak ettim ve içine baktım, içerisinde battaniyeye sarılı 4, 5 tane asker ölmüş vaziyette yatıyordu. Askerler geldikten sonra her gün 3-4 fırın ekmek yoğururdum, helal olsun askerlere ve bizde kalanlara dağıtırdık. Bizim hayvanların yumurtalarını dağıtırdık sonra hellim yapıp dağıtırdık. Hepsi helal olsun, onlar köye geldikten sonra biz da rahat ettik.”
Uçak evin yanını bombaladı
Anlattıkça hüznü de coşkusu da artıyor Bahire ninenin o günleri. “Yaşadığım bir olayı daha anlatmak istiyorum”diyerek tamamlamak istiyor o zor yılların bugünlerde öyküye dönen yaşanmışlıklarını.
“Türk askeri köye geldikten sonra bir gün Alayköy yönünden Mavi renkli bir uçak bize doğru gelmeye başladı, ben Türk uçağı olmadığını anladım. Askerlere hemen bu uçak bizden değil saklanın dedim, onlar da yemeklerini bırakarak gizlendiler. Gelen uçak bizim evin yanındaki benzin deposunu bombaladı. Ama ardından iki Türk uçağı geldi ve bu uçağın peşine düştü. Hiç unutamadığım bir başka olay ise, Rumlar tüm ekinlerimizi yakmıştı, ne hayvanlarımıza yedirecek bir şey ne de ekmek yapabilecek malzememiz kalmıştı. Sağolsun bir Türk subayı bana arzu ederseniz size arpa, buğday verelim dedi. Ben hiçbir şey istemedim. Komutana, istediğim tek şey ölüm olmasın, Vatan sağolsun, ben yine buğday arpa yetiştiririm dedim.”
Güncelleme Tarihi: 26 Temmuz 2014, 10:17