banner564

Bir başarı öyküsü

Hayallerinin peşinden koşan Kıbrıslı Türk Ceren Karapaşa, önce İsviçre’de eğitim aldı şimdi de İngiltere’nin ünlü aşçılarından Gordon Ramsey’le çalışmanın gururunu yaşıyor

Bir başarı öyküsü
banner598
Pelin YÜKSELAY
İsmi Ceren Karapaşa...  1992 Ozanköy doğumlu… Gencecik, hayat dolu bir genç kız ve aynı zamanda dünyaca ünlü şef Gordon Ramsey’in yanında çalışan ilk Kıbrıslı Türk aşçı! Yıllar önce babasının restoranındaki aşçıların tutumundan ve yemek yapmaya olan aşkından dolayı kendi yolunu çizdi...   Yol, hem maddi hem de manevi oldukça zordu... 
   Ailesinin sonsuz desteği ile çıktığı bu yolda Karapaşa zaman zaman tükenme noktasına gelse de hayallerinin peşinden koşmaktan asla ama asla vazgeçmedi...
   Ceren Karapaşa’nın hikâyesi aşırı derecede azim ve başarı içeriyor... Kendisiyle Dereboyu’nda bir cafede buluşuyoruz ve sohbet ediyoruz. Mütevazi kişiliği ile sorularımızı yanıtlıyor Karapaşa…
Soru: Ceren Karapaşa kimdir? Bize biraz kendinden bahseder misin?
Cevap: 1992 Ozanköy doğumluyum. Mutfakta olmaya bayılan, işini aşkla yapan, gelecek için büyük idealleri olan genç bir kızım. 
Soru: Mutfak aşkı nereden geliyor? Aşçı olmaya ne zaman karar verdin?
Cevap: Babamın Girne’de İtalyan Restoran’ı vardı. Aşçı bulmak ve çalıştırmak çok zor bir işti. Sürekli tanık olurdum aşçılar babama baskı yapıyorlardı; ‘Ya maaşıma zam yap ya da giderim, ya istediğim izni ver ya da giderim’ diye... Onlara muhtaç olduğunuz için, sizi sürekli kullanmaya çalışıyorlardı ve babam zor durumda kalıyordu. En önemli etken bu. İkincisi de her zaman mutfakta olmayı sevmiştim. Mutfakta olmak bana mutluluk veriyordu.
Soru: Nasıl başladı peki bu serüven?
   Cevap: Liseyi Girne Anafartalar Lisesi’nde okudum. Düz bir lise... Orada okurken artık aşçı olmaya karar vermiştim. Hemen yurt dışındaki aşçılık okullarını araştırmaya başladım, KKTC’de aşçılık okumak istemiyordum. İsviçre’de çok ünlü ve de çok iyi bir aşçılık okulu buldum. Birçok araştırma yaptım, bu okula nasıl girebilirim diye. Sonra birçok eksiğim olduğunu fark ettim. İlk başta yabancı dil.  Düz liseden çıkma bir kişinin, İsviçre’de okuyacak kadar İngilizcesinin iyi olmasına imkân yok. Aynı zamanda orada öğrenim görüp, yaşayabilmem için de İngilizce gerekliydi. Neler yapabileceğime göz attıktan sonra bu isteğimi ailemle paylaştım. Bu arada İsviçre’deki okulun yıllığı 15 bin sterlin. Ailem, bu meblağın çok büyük olduğunu ancak ben istediğim takdirde bana ellerinden gelen desteği vereceklerini belirttiler. Hemen çalışmalara başladım. 8 aylık bir sürede İsviçre’deki okulun sınavlarını kazanacak seviyeye ulaştım. Sınavlara girdim ve başarılı oldum. İngilizcemi de ilerletmiştim. Artık İsviçre’ye gidebilirdim. 
Ve İsviçre’deyim...
Evet. Hayaldi, gerçek oldu. Annem babam ve ben İsviçre’nin yolunu tuttuk. Şunu hiç unutmam; aylarca İngilizce eğitimleri aldım, oraya gittiğimde gerek eğitim gerekse de sosyal yaşam açısından gerekli olacaktı.. İsviçre’ye gittik, uçaktan indik, bavullarımızı aldık, okulumun olduğu bölgeye nasıl gidileceğini bilmiyoruz. Bunu öğrenmek için bir İsviçreliye elimdeki adresi uzattım ve ona İngilizce olarak bu adrese nasıl gidebileceğimi sordum. Cevap vermesiyle başımdan kaynar sular döküldü. Bana Fransızca konuştu. Sonra konuşmalara dikkat ettim ve fark ettim ki İsviçreliler ağırlıklı olarak Fransızca ve Almanca konuşuyorlar. O an yaşadığım hayal kırıklığını anlatamam.
Şok olmak ne kelime, zaten giderken kafamda bin bir tane soru. ‘Yapabilir miyim, yaşayabilir miyim, başarabilir miyim ne olur, ne eder’. Havalimanından daha dışarı çıkmadan şokların en büyüğünü yaşıyorum. Dakika bir gol bir. Moral yerle bir... Ama yılmıyorum tabi...
Soru: Sonra ne oluyor? Okula gidiyorsun, her şey hayallerindeki gibi mi?
Cevap: O ayrı bir hayal kırıklığı... (Gülüyor...) Okul, İsviçre’nin dışında, ormanlık bir arazide göl kıyısında. Etrafında hiçbir şey yok. Yürüme mesafesinde ulaşabileceğiniz, gidebileceğiniz tek bir yer dahi yok. Gittik, araçtan indik, annem babam da yanımda okulun kapısından içeriye girdik. Resepsiyon gibi yer, bir kadın duruyor, ben onlara derdimi anlattım, ‘işte ben Kıbrıs’tan geldim, okulunuza başlayacağım vs.’ Kadın kayıtlara baktı, ‘tamam benimle gel’ dedi. Ama annem ve babama bakıyor, beni kalacağım odaya çıkarmıyor. Anladım ki annem ve babamın gitmesi lazım. Onlara okul bölgesinde bir otel bulmuştuk. Annemlere ‘Siz gidin, ben sizi arayacağım, yanınıza geleceğim’ dedim. Onlar apar topar gitti, ben de kalacağım odaya çıkarıldım. Oda arkadaşım olacağını, odaya girip de kızı gördüğümde anladım. Brezilyalı bir kız. Beni öyle iyi karşıladı ki şaşırdım. Üzerime sarıldı, hemen 40 yıldır tanışıyormuşuz gibi sohbete başladı. Bu bana iyi gelmişti. 
  Soru: Okula, arkadaşlarına adaptasyon sürecin nasıl geçti?
  Cevap: Okulla ilgili ilk şokumu, gittiğim ilk gün yaşadım. Odaya girdikten sonra, yemek çağrısı yapıldı. Arkadaşım bana takım kıyafet ve ceket giyemeden yemeğe alınmayacağımı söyledi. Şaşırdım kaldım. Yanımda bir ceket vardı ama onun haricinde takım kıyafetim bulunmuyordu. Ben de kot pantolonumun üzerine ceketimi giyerek yemeğe gittim. Beni içeriye almadılar. (Gülüyor...)Kapıdaki yemekhane görevlisi takım kıyafet giymeden içeriye giremeyeceğimi söyledi. Ben de ona yeni geldiğimi kuraldan haberim olmadığını ve takım kıyafetim de bulunmadığını söyledim. Bana hemen terzi ve butik adresi verdiler ve ertesi gün takım kıyafet giymek şartıyla beni yemeğe aldılar. Ertesi gün de eğitimlerimiz başladı. Beyaz kıyafetlerimiz geldi, herkese bıçak seti verildi ve mutfağa girdik. O ayrı bir şoktu. Mutfakta şefimiz Almandı ve Almanca konuşuyordu. Bunun yanı sıra Fransızca da oldukça yaygındı. Konuşulanlardan hiçbir şey anlamıyordum. Tam bir hayal kırıklığıydı. Bunun yanında eğitimlerin sonunda tüm mutfağın temizliğinden biz sorumluyduk. Tüm mutfağı kökten temizlemekle yükümlüydük. Çok yorucu bir durumdu. Gece geç saatlere kadar mutfağı temizlemek için uğraştığımızı hatırlıyorum. 
Soru: Yabancı dil sürecini nasıl aştın?
   Çok zorlandım... Belli bir süre sonra mutfakta dışlanmaya başladım. Herkes herkesi anlıyordu ama beni kimse ne anlıyordu ne de ben anlıyordum. Mutfaktaki diğer arkadaşlar belli bir zaman sonra beni istememeye başladılar. Zaman zaman ‘bu bizi anlamıyor, bunun burada ne işi var’ dediklerini anımsıyorum. Çok kötü günler yaşadım. Benim gibi dışlanan Çinli bir arkadaş edinmiştim. O da dil bilmediğinden dolayı çok zorluk yaşıyordu. Bir gün ikimiz de merdivenlerde ağlıyorduk. Çinli arkadaşım daha fazla yapamayacağını ve okulu bırakıp ülkesine geri döneceğini söylüyordu. Açıkçası onun gitmesini hiç istemiyordum çünkü tek arkadaşım oydu, onun okulu bırakmaması için çok uğraştım. Bu arada biz merdivenlerde ağlayarak bu sorunlarla boğuşurken dekan bizi gördü ve odasına çağırdı. Dekanın odasına girdik, bize neyimiz olduğunu sordu. Biz de sorunu anlattık, arkadaşım da okulu bırakmayı düşündüğünü söyledi. Ben ona katılmadığımı, mücadele etmek istediğimi ancak nasıl mücadele edeceğimi bilmediğimi söyledim. Dekan da bize çok yapıcı bir tavırla bizim için Almanca ve Fransızca ek dersler koyabileceğini söyledi. Gözüm kapalı kabul ettim. Arkadaşım da düşüneceğini söyledi. Daha sonra Almanca ve Fransızca ekstra derslere girmeye başladık. Ancak bu sefer de yorgunluktan bitap düştük. Sabah erken saatlerde başlayan teorik dersler, ardından uygulamalı mutfak ve dil dersleri. Benim için çok yorucu bir süreçti. Bunun yanında bir de ders çalışmak zorundaydınız. Uykusuz geceler geçiriyordum ve kötüydüm. 
Soru: Aldığın ek dersler, mutfakta sana neler kattı?
   Cevap: Mutfakta çok ilerledim. Dersler sonrası artık şefimizin gözüne girmiştim. Sürekli minyon tipime rağmen ne kadar çok atılgan olduğumdan, öğrenmeye ne kadar meraklı olduğumdan bahsediyordu. Artık hızlı hızlı öğreniyordum ve mutfakta olmak beni daha da mutlu ediyordu. Bu arada sınav dönemleri geçiriyor ve bu dönemlerden sonra Kıbrıs’a geliyordum. Bu da bana iyi geliyordu. Böylece yıllar geçti...
Soru: Bir de staj maceran var sanırım... 
   Cevap: Staj maceram ne yazık ki hayatımdaki en kötü dönemi oluşturuyor. (Gözleri doluyor) Çok tükendiğim zamanlar olduğu bir gerçek. Bazen ‘artık yeter’ dediğimde bir gerçek ama yapamazdım. Yüzmüş yüzmüş kuyruğuna gelmişken her şeyi bir anda silip de gidemezdim. O yüzden dayanıyordum. 
Soru: Okulda son zamanların nasıldı?
   Soru: Açıkçası biraz zor, karışık ama maceralı geçti. Ben İsviçre’deyken babam Kıbrıs’taki restoranını maddi sebeplerden dolayı kapatmak zorunda kalmış. Ailem de maddi olarak dara düşmüş. Bunu Kıbrıs’a geldiğimde gördüm. İsviçre’ye gittiğimde bir şeyler yapmam gerektiğine karar verdim. Okulun dönemi 15 bin sterlindi. Bunun yanında harçlık da lazımdı. İsviçre inanılmaz pahalı bir şehir. Bir pantolonun paçalarını daraltmaya 180 Euro ödediğimi hatırlarım. O derece pahalı. O yüzden aileme haber vermeden okulu dondurmaya ve çalışmaya karar verdim. Bunu dekanıma anlattığımda bana hiç beklemediğim bir teklifle geldi. Alt sınıflara ders verirsem, iyi bir maaşım olabileceğini söyledi. Bunu hiç düşünmeden kabul ettim. Hiç vakit kaybetmeden annemlere haber verdim. Babam da bana çalıştığım parayı biriktirip son dönemimi kendim ödememi, kendisinin bana haçlık yollamaya devam edeceğini söyledi. Yeni gelenlere dersler veriyordum, iyi bir de maaş alıyordum. Her şey yoluna girmişti ve ben sonra farklı arayışlara girdim, artık dışa açılmak istiyor, kabuğuma sığmıyordum. 
Soru: Ne yaptın peki bu dönemde?
  Cevap: Artık kafama koymuştum, okulu donduracak,  İngiltere’de iş bulacak ve ailemi de yanıma alacaktım. İnternet sitelerinden İngiltere’deki ünlü otellere iş başvuruları yapmaya başladım. Tabi bu durumdan kimsenin haberi yoktu, ne ailemin ne de okulumun. İngiltere’deki Savoy Otel’e iş başvurusu yaptım. Tabii iş başvurusu yaparken, diploma sahibi olduğumu yazmak zorunda kaldım yani yalan söyledim. Ama çok kararlıydım en azından görüşmeye olsun gidecektim. Sonra bir gün dekanım pür ateş beni aradı ve odasına gitmem gerektiğini söyledi. Odasına girdiğimde, siniri karşısında açıkçası biraz endişelenmiştim.  Savoy Otel verdiğim bilgilerin doğru olup olmadığını teyit etmek üzere okulumla iletişime geçmiş, doğal olarak da dekanım yalan söylediğimi öğrenmiş. Bana okulum devam ederken bunu nasıl yapacağımı sordu. Ben de durumumu anlattım ve bana referans vermesi için yalvardım. Zaten olmayacaktı ama en azından gidip görüşmeliydim. Kabul etti ve bana referans oldu. Böylece iş görüşmesi için İngiltere’ye yola çıktım. 
Soru: Oldukça fazla cesaret gerektiren bir durum, ayrıca ailenin haberi de yok sanırım...
   Cevap: (Gülüyor...) Ailemin haberi yok. İşe kabul edilirsem söyleyecektim ve onları yanıma aldıracaktım. Fazlasıyla kafama koymuştum çünkü. Bavulumu topladım ve trene atladığım gibi soluğu İngiltere’de aldım. İngiltere’ye vardığımda bir elimde bavul, bir elimde adres Savoy Otel’i aramaya başladım. Randevu saatine gecikiyordum ama oteli de bulamıyordum. En son çareyi bir markete girip, otelin yerini sormakta buldum. Marketteki adam gülerek beni dışarıya çıkardı ve sadece kafamı kaldırmamı söyledi. Önümde tüm heybetiyle Savoy Otel duruyordu. Bana Savoy Otel’de ne işim olduğunu sordu. Oraya genellikle ünlü isimlerin gittiğini söyledi. Ben de iş görüşmesine gidiyorum dedim Bana başarılar diledi ve otele gittim. 
   Otele girdiğimde resepsiyoniste iş görüşmesine geldiğimi söyledim. Bana ismimle hitap etti ve hemen yanıma bir başka kadın göndererek beni aşağıya bir odaya aldılar. Kadın bana bıçaklarımı hazır edip, kıyafetimi giyip, beklememi söyledi.   Yaklaşık 45 dakika bekledim. Ne gelen ne de giden oldu. En son ‘sanırım bu iş olmayacak’ diyerek bavulumu da alıp odadan çıktım ve neden biri gelmediğini sormak üzere aramaya koyuldum. Aniden kendimi mutfakta buldum. Öyle büyük bir mutfak ki size anlatamam. Herkes koşuşturuyor, herkes bağırıyor çağırıyor. Beni ve elimdeki bavulu gören şef, yanıma yaklaşarak orada ne işim olduğunu sordu. Ben de durumu anlattım, meğer beni odaya götüren kız geri gelip beni almayı unutmuş. Şef beni bir başka odaya götürdü. Mülakata gireceksin dedi. Ayrı ayrı tam 8 otel yöneticisi geldi. Bana aynı soruları farklı şekillerde sordular. Ardından beni otel müdürünün odasına çıkardılar. Müdür geldi ve bana hiçbir şey demeden özgeçmişimi incelemeye başladı. “Diplomanı özgeçmişine koymamışsın” dedi. O an soğuk soğuk terlediğimi hatırlıyorum. Yalan söylememeye karar verdim. Müdüre durumumu anlattım. Bana bakarak işi aldın dedi. O an yaşadığım sevinci size anlatamam. Hemen sözleşmeye de imza koydum, otelden çıktım ve okulu dondurmak üzere İsviçre’ye geri döndüm. 
Soru: Gordon Ramsey’le olan serüvenin nasıl başladı? 
   Otel’de her şey çok iyiydi ama çok sıkılmıştım. Yeni şeyler öğrenmek, yeni şeyler yapmak istiyordum. Gordon Ramsey’de benim içimde tutkuydu, onunla çalışmalıydım. Defalarca oteldeki işimi bırakmaya çalıştım ama beni bırakmadılar, her seferinde ya maaş artışı ya da terfi vererek gitmemi engelledir. Ama ben gitmek istiyordum. Bir izin günümde Gordon Ramsey’in restoranının yolunu tuttum. Restorana gidip, Ramsey’le görüşmek istediğimi söyledim. Bana garip garip baktıklarını hatırlıyorum. Biraz sonra Ramsey geldi ve bana ne istediğimi sordu ben de iş istediğimi söyledim. Özgeçmişin nerede dediğinde de özgeçmişimi yanımda getirmediğimi söyledim. Nereden geliyorsun dediğinde Savoy Otel’den geldiğimi, ona benim tecrübelerime ihtiyacı olduğunu söyledim. Bunları Gordon Ramsey’e karşı hangi cesaretle söylediğimi tam olarak hatırlamıyorum ama söyledim ve sonra bana işi aldın dedi. Gordon Ramsey çok zor ama her aşçının yanından geçmesi gereken bir adam. Ve bende şu an onun yanındayım. Hem işim hem de maaşım çok şükür ki çok iyi. Gordon Ramsey’in aşçısı olan ilk Türk’üm bu da benim için çok büyük bir gurur. 
Soru: Tüm bu anlattıklarına bakılacak olursa, çok zor bir yoldan geçerek, büyük bir zafer elde etmişsin... Bundan sonrası için hedeflerin neler?
   Cevap: Evet, benim yaşıtlarım Kıbrıs’ta kulüplerde gezerken, geleceğe dair en küçük bir plan dahi yapıp, taşın altına ellerini koymazken ben bunları yaptım. 25 Yaşımdayım ve evet tam da olmak istediğim yerdeyim. Tabi tüm bu süreç boyunca durup da kendimi sorgulayacak çok zamanım oldu. “Ne özel hayatın var ne düzgün bir sosyal yaşantın var değer miydi?” diye. Evet değerdi. Ben buyum. Ben mutfakta mutluyum, ben işimi yaparken mutluyum. Bundan sonraki en büyük hedefim bitimine 3 ay kala dondurduğum okulumun diplomasını almak. Bunun yanında bir gün temelli ülkeme dönmek, işte bu yaşayamadıklarımı yaşamak ve de Kıbrıs’ta bir restoran açmak. Tabi bu fikir beni biraz da korkutuyor ama hedefim bu. 
Soru: Aşçılara sorulan klasik bir soru bu, evde yemek yapar mısın? 
  Cevap:  (Gülüyor...) Yapmıyorum... Ama kendim istemiyorum diye değil, annem ‘zaten bütün gün yapıyorsun evde de ben yaparım’ diyor, o yüzden yapmıyorum. 

Güncelleme Tarihi: 02 Nisan 2017, 09:57
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner471

banner473