Fehmi GÜRDALLI
Muratağa’da 14 Ağustos 1974’teki katliamda 45 yaşındaki annesi Rasime Osman’ı, 15 yaşındaki kız kardeşi Sezay Osman’ı, nenesini, dayısını, yeğenlerini ve öğrencilerini kaybeden Aysel Soykara, yaşadığı o acı dolu günleri anlattı. Aysel Soykara, yaşadıklarını unutamadığını, her yıl düzenlenen anma törenleri dışında hala Muratağa’ya gitmek istemediğini ifade etti.
Katliam tarihi olan 14 Ağustos 1974 yazında 24 yaşında olan Aysel Soykara, bugün emekli bir öğretmen olarak Topçuköy’de yaşamını sürdürüyor.
Aysel Soykara, katliamın 46’ıncı yıldönümünde Türk Ajansı Kıbrıs’a (TAK), yaşadıklarını anlattı.
Diken üstündeydik
Biz 1974’ten önce de her zaman diken üstündeydik” diyen Aysel Soykara, 1974 öncesinde de bölgede bazı olaylar yaşandığını, 1958’de Atlılarda ovada hayvan otlatan 3 Kıbrıslı Türk’ün Rumlar tarafından öldürüldüğünü, 1964’te ise eniştesinin oğluyla birlikte esir alınarak sorguya çekildiğini ve kendilerine eziyet yapıldığını aktardı.
Soykara, 8 Ağustos’ta Erenköy bombardımanı sonrasında Rumların korkarak eniştesini ve oğlunu bıraktığını, ancak yüzüne aldığı darbelerden gözleri kan oyan eniştesinin, bu olaydan sonra ailesini de alarak Muratağa’yı terk ettiğini ve Mağusa’ya taşındığını ifade etti.
İstanbul’daki eğitimini tamamlayıp döndükten sonra, Muratağa'daki okulda öğretmenliğe başladığını anlatan Aysel Soykara, Haziran ayında öğrencilerine karnelerini verdiğini, yaklaşık iki buçuk ay sonra, çoğunun katliam çukurundan çıkarılışına da tanıklık ettiğini dile getirdi.
Soykara şöyle devam etti:
“15 Temmuz öncesi öğrencilerimin karnelerini verdim ve okulları tatil ettik. Aileler, herkes kendi işindeydi. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan köylülerin hasadını satmaya çalıştığı bir dönemdi.
1974 yazında, 15 Temmuz’dan bir gün önce, Mağusa’da yaşayan ablam eniştemle köye geldi ve 3 çocuğuyla kaldı. Eniştem Mağusa'ya döndü. Pazartesi günüydü. Biz bir olay beklemiyorduk.
15 Temmuz’dan bir gün sonra saat 10 sularında Makarios'a darbe düzenlendiğini radyolardan duyduk. Köyün yolundan Rum askerleri geçip gitmeye başladı. Bazı Rumların köyün içinde koşuştuğunu, bazılarının saklanmaya çalıştığını gördüm.
Meğer onların da EOKA-A EOKA-B davası var, bunlar birbirlerini öldürüyormuş.”
Akşam olduğunda dahi Rumların köydeki hareketliliğinin devam ettiğini söyleyen Soykara, Rumların Kıbrıslı Türkleri korkutmak için kasıtlı olarak yüksek sesle konuştuklarını ve laf attıklarını anlattı.
Mağusa'dan köye gelen ablasının korktuğunu ve “Keşke kalmasaydık, biz de Mağusa’ya dönseydik” dediğini kaydeden Aysel Soykara, annesin ise onları yatıştırmak için “Korkmayın bize bir şey yapmazlar. Önce büyük yerleri halledecekler sonra bize gelsinler” karşılığını verdiğini söyledi.
Soykara, 15 Temmuz’da yolların da kapandığını ve köye giden gelen olmadığını ifade etti.
17 Temmuz’un derin izleri
Soykara, 17 Temmuz 1974 tarihinin yaşamında derin izler bıraktığını ifade ederek, şunları anlattı:
“17 Temmuz’da ansızın koşa koşa eniştem geldi. Rumları gördü ve şüphe uyandırmasın diye kestirmeden geldi. Ablama dedi ‘Ha de hemen, toparlan gidiyoruz’. Sonra annem yaklaştı ‘ne olacak oğlum?’ dedi enişteme. Anne dedi ‘çok büyük savaş olacak, kendinize göre yer bulasınız, saklanasınız. Kalmayasınız dedi böyle evin içinde.”
Bende onlarla Mağusa’ya gittim.
Otobüslerle köyün insanlarını aldılar
Mağusa’da 20 Temmuz sabahı erken saatlerde herkesin sığınaklara götürüldüğünü anlatan Soykara, ablasının evinin de Surlar içinde olduğunu ve birkaç şişe su, ekmek ve çocuklara birkaç paket bisküvi alarak sığınaklara gittiklerini söyledi.
Soykara şöyle devam etti: “22 Temmuz’dan sonra ateşkes oldu. Mağusa’nın dış kısmında kalanların kimisi esir kimisi şehit oldu. 22 Temmuz’dan 3 gün sonra dediler bize, Mağusa Türk Gücü’nün top sahasında babanız esirdir. Ablamın evi sahaya yakındı. Gittik koştuk babamızı gerçekten bulduk. Köyden birkaç kişi daha vardı. Halamın kocası da vardı eniştemiz. Beraberinde, onu da aldık. Geldik, babam anlattı işte 20 Temmuz günü geldiler, otobüslerle bütün köyün insanını aldılar, Alaniçi’nin (Piperistorana) ilkokuluna esir götürdüler. Bütün gün orda tuttular.
O esirlerin içinden 3 kişiyi ayırdılar. Biri dayım Rüstem Akansoy, bir tanesi Sandallarlı Mehmet dayı bir tanesi de köyden Arif dayı. Bahçelerin ağaçlıkların içine götürdüler. Dipçiklerle vurdular. Öldürmekti niyetleri. Tam o sırada uçaklar geçti alçaktan. Askerler yere yatmışlar. Saklandılar. Tekrar arabaya doldurmuşlar akşamüzeri. Erkekleri Gülseren’e Mağusa'ya götürmüşler, kadın ve çocukları da köye…Onlar içinde annem kız kardeşim, nenem de vardı. O günden sonra köyden hiçbir haber alınmadı. Babam Mağusa'da bizimleydi. Ama köyden hiçbir haber alamıyorduk.”