Rum lideri Nikos Anastasiadis, Amerika’ya giderek, dünyanın en ünlü hastanesinde başarılı bir operasyon geçirdi...
Kalbini yenilemiş vaziyette ülkesine döndü...
Hastane masraflarını da cebinden ödedi...
Bu yönüyle ‘alkışlanacak’ bir lider...
Ama Kıbrıs sorunuyla ilgili tavırları, bizim açımızdan çok üzücü...
Muhalefet lideri iken; İki Bölgeli, İki Toplumlu Federasyona destek veren bir insan...
Ayrıca ‘dönüşümlü başkanlığı’ kabul eden bir siyasetçi...
Ayrıca, Kıbrıs Cumhuriyeti yerine yeni bir devletin doğuşuna onay veren lider...
Cumhurbaşkanlığı kolktuğuna oturduğu andan itibaren değişiverdi...
Neden?..
Oturduğu koltuğun yanı başındaki ‘sihirli değnekten’ dolayı...
O değnek öyle bir etkili ki...
Bir yerine dokunduğu anda adamı büyülemiş oluyor...
Bunu ne falcı Elmaziye başarabilir...
Ne de Abdülaziz...
Tanıma istiyor
Adam, göreve geldikten sonra ilk 6 ayı sadece bir sayfalık ‘ortak metin’ için harcadı...
Türk tarafı ‘iyi niyetle’ o metni imzaladıktan sonra masaya oturdu...
Daha sonra masayı bertaraf etmek için doğal gaz konusunda adımlar attı...
Kıbrıslı Türkleri dışlayarak Mısır ve İsrail ile özel anlaşmalar imzaladı..
Yetmedi, ikinci bir sondaj ihalesini başlattı...
Türkiye; bu gelişmelerden sonra doğal olarak Barbaros Hayreddin Paşa gemisini Kıbrıs’a gönderdi...
Niçin?..
“Buradayım” demek için...
Senin arama yaptığın her yerde benim de hakkım var...
Kıbrıs’ın üzerinde ve etrafında ne varsa iki topluma aittir...
Rum tarafı bu mesaj karşısında ne yapmalıydı?..
Çözüme odaklanıp, sondaj çalışmalarına ara vermeliydi...
“İki ay içinde çözüm, sonra sondaj” diyerek hem bizlere, hem de Kıbrıs sorununun çözümünü destekleyen ülkelere olumlu mesaj vermeliydi...
Özellikle bizleri ‘çözüme istekli olduğu’ konusunda inandırmalıydı...
Ne var ki; o değneğin etkisiyle bunu yapmak yerine, müzakere masasını terk etti...
Barbaros gemisi gitmeden masaya oturmayacağını söyledi...
Barbaros; geçtiğimiz ayın son günü çalışmalarını tamamladı...
Anastasiadis bu kez “Türkiye Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğini tanımadığı sürece masaya dönmem” dedi...
Vay vay vay...
‘Egemenliği tanımak’ ne demek bilmez miyiz?..
Kıbrıs Cumhuriyeti’ni resmen tanımak demek...
Resmen tanıdığınız bir devlete karşı sorumluluklarınız vardır...
Askerinizi de vatandaşlarınızı da geri çekmek zorunda kalırsınız...
KKTC devletini bir anda bertaraf edersiniz...
Tüm göçmenlerin kayıtsız şartsız evlerine dönmelerini kabul edersiniz...
Limanlarınızı açarsınız...
Ankara’da Büyükelçilik, İstanbul’da Konsolosluk açmalarına izin verirsiniz...
O kadar kolay mı?..
Daha da özeti, 40 yıldan fazla savunduğunuz tezleri kendi elinizle yok edersiniz...
Böylece devlet ciddiyetini kaybedersiniz...
Kıbrıslı Türkleri bir anda devletsiz, yönetimsiz, evsiz, işsiz ve güvenceden yoksun bırakmış olur, perişan edersiniz...
Öyleyse?..
Türkiye böylesi bir tanımayı yapmaz...
Böylesi bir tanıma, zaten müzakereye de gerek bırakmıyor...
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliği bir anda tüm adaya yayılmış oluyor ve bu iş bitiyor...
Ondan sonra Türkiye aleyhinde milyarlarca dolarlık tazminat davaları başlar...
Rum mülkü kullanan, özellikle de alım-satım yapan Kıbrıslı Türkler beşer, onar tutuklanarak yargılanır...
Böylesi bir olasılığı düşünmek bile ölüm demektir...
Türkiye’nin, Kıbrıs Türklerini ölüme terk edebileceğini düşünenler, bu hayalden vazgeçmelidirler...
Türkiye bir sent’e muhtaç olduğu günlerde dahi Kıbrıs’taki haklarını ve Kıbrıslı Türkleri terk etmedi...
Şimdiki pozisyonunda asla terk etmez...
Rum lideri Nikos Anastasiadis ve diğer Rum liderleri...
Ayrıca Başpiskopos Hrisostomos ve diğer papazlar...
Kıbrıs’ta artık eskiye dönüşün mümkün olmadığını anlamak zorundadırlar...
İçimizden 5-10 kişinin farklı sesler vermesine aldanmamalı, gerçekleri görmelidirler...
Bizlere yaşam hakkı tanımayı kabul edip, ortak bir devlete razı oldukları gün, bu güzel ada, dünyanın en zenginleri arasına girer...
İki toplum da mutluluk içinde yaşar...
Kıbrıslı Türkler; çan sesine tahammül ederken, onlar da ezana tahammül etmelidirler...
Dinlerin kardeşliği böyle olur...
Sonsuza dek sürmez
Rum liderliği gerçekleri kabul etmediği sürece, Kıbrıs sorununun başka şekle dönüşeceğini de anlamak zorundadır...
Eroğlu kalsa da, gitse de Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin Türk tezini hiç kimse değiştiremez...
İki bölgeli, iki toplumlu federasyon ilk tercihimizdir...
Bu konuda ne kadar ciddi olduğumuzu 24 Nisan 2004 yılındaki referandumda kanıtlamış durumdayız...
İkinci bir refenrandum istiyorlarsa, ona da varız...
Ne var ki; zamana oynayarak çözüm umutlarını tamamen bertaraf etmeleri halinde, bir diğer seçeneğin gündeme gelmesi kaçınılmazdır...
Yani ‘iki devletli’ çözüm...
Böylesi bir çözüm şekli ise, mülklerin karşılıklı takasını ve geriye kalanın ‘tazmin edilmesini’ gerektirir...
Şu an itibarıyla kuzeyde 13 kilometrekarelik Rum mülkünün Türklerin eline geçmesinden rahatsızlık duyanlar, iki devletli çözüm sonrasında tüm mülkleri unutmak zorunda kalırlar...
Halbuki; Annan Planı, 120 bin Rum göçmenin bir anda mülklerine dönmesini öngörüyordu...
Bunu reddettiler...
Şimdi dönüşümlü başkanlığı ve iki toplumlu federal devleti reddediyorlar...
Bu tavır ‘intihar etmeleri’ anlamına gelir...
Birileri onlara yardımcı olmalıdır...
Aklın yolunu göstermeli ve çözüme zorlamalıdır...
2015 karar yılıdır...
Bizden uyarması...