Mutlu olmanın baba koşullarından biri alacaklı veya borçlu olmamaktır.
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin birinci sınıfında öğrenci iken Orta Anadolu şehirlerinden birinden gelen bir sınıf arkadaşım benimle ahbaplık kurmaya çalıştı. Sağlığım, özellikle maddi durumumla çok ilgileniyordu.
Evden para geldiğini öğrendiğinin ertesi günü damlayıp borç istedi. Depozitoyu yatırmazsa sınava giremeyecekmiş, evden gelen para yolda imiş ama gecikiyormuş. İstediği parayı verdim.
Geriye kalan üç yılı benimle karşılaşmamaya çalışarak geçirdi. Sonradan Maliye Bakanlığı’na girdiğini öğrendim. Hadi ona Ercüment diyelim. Umarım Hazine’yi soyarken yakalanmış ve gençliğini hapiste geçirmiştir.
Liseden tanıdığım, bir ara yakın olduğumuz biri, işe yeni başladığım yıllarda evime uğrayıp borç para istedi. Evleniyormuş. Mobilya için para lazımmış. Birkaç ay sonra ödeyecekmiş. İstediği parayı verdim. Ne beni düğününe davet etti ne de onu bir daha gördüm.
Hadi ona da Doğu diyelim. Umarım evlendiyse eşi ona çektirmiştir.
Üçüncüsü bir arkadaşım vasıtasıyla tanıdığım ünlümtırak bir aktördü. Hadi ona da Rana diyelim. Bir gün hiç âdeti olmadığı halde Daily News’da bana uğradı. Televizyon alacakmış ama parası yetişmemiş. Acaba ona…?
Tabii kardeş. Benim anlımda enayi yazmıyor mu? Buyur. Ne kadar demiştin?
Paranın el değiştirdiği gün, onu son görüşüm oldu.
***
Babam küçük maaşlı bir memurdu. Yeni Cami’deki evimizi ben ilkokulda iken bankadan borç alarak satın aldı. Her ay maaşından taksidi kesiliyordu. Borcun bitmiyor oluşu evimizin sohbet gündeminden düşmeyen konularından biri idi.
Ankara’da gazeteciliğe başlayıp biraz para kazanınca Lefkoşa’ya gidişlerimden birinde ihtiyarı kurtarmaya karar verdim. Banka müdürüne uğrayıp borcunun bakiyesini çıkarmasını istedim. Yarın gelip ödeyeceğim, dedim.
“Ne lüzum var,” dedi mürekkep faizli borçlara bayılan müdür. “Ne güzel her ay tıkır tıkır ödüyordu.”
Ertesi gün para hazır edilince çekip banka müdürüne gittim. Zarfın içindeki parayı çıkardı ve dikkatle iki defa saydı.
“Eksik,” dedi.
“Olamaz,” dedim. “Dün söylediğiniz miktarı getirdim.”
“O dündü,” dedi. “Dünden bugüne bir günlük faiz eklememiz lazım.“
Vay guzzum vay, dedim içimden. Bir günlük faiz ha!
Ödedim ve eve gittim. “Bankaya olan borcunu kapattım,” dedim babama. Yüzüne şaşkınlıkla tebessümün karıştığı acayip bir ifade geldi. Ama bir kelime bile etmedi. Küçükken bana karşı o kadar zalim idi ki herhalde benden böyle bir davranış beklemiyordu.
Ben de kendimden böyle bir davranış beklemiyordum. Hâlâ neden yaptığımı anlamış değilim. Belki “iyilik yaparak öç” falan peşindeydim.
***
Neyse. Arkada kaldı.
Hikâyemden çıkan ders şudur:
Eğer kazık yediyseniz üzülmeyin: Öğrendiniz veya öğrenmeye başladınız.
Babam bir arkadaşımla yaşadığım borç alacak durumundan sonra, "Oğlum yaşadığın müddetçe bu ikilemde kalacaksın "Borç verip mi darılacaksın vermeden mi ?" Bunun kararı sana kalmış demişti.