Kıbrıs adası 1878’den, 1960 yılına kadar İngiltere tarafından yönetildi...
Kıbrıs’tan çekilmesinin nedeni ise Rumların kurduğu EOKA adlı tedhiş örgütünün kanlı saldırılarıdır...
İngiltere; 1960’ta adadan çekilmekle birlikte 3 garantör ülkeden biri oldu...
Dikelya ve Agrotur’da üsleri bulunuyor...
Garantör ülke olarak, adaya yönelik her türlü tehlikeyi önlemek gibi bir sorumluluğu vardır...
Bu sadece dıştan gelişecek tehlikeler için geçerli değildir...
Eğer ada içinde kanlı saldırılar varsa ve bu saldırıların amacı bağımsız devleti yıkarak, başka bir devletle bütünleşmek ise bunu önlemek garantör ülkelerin görevidir...
Ne var ki; 1963’te başlayan kanlı saldırılar konusunda İngiltere hiçbir şey yapmadı...
Kıbrıslı Türklerin 100’den fazla köyden kovulmasını sadece seyretti...
İngiltere’nin bu tavrından cesaret bulan EOKA teröristleri, çok sayıda insanımızı katletti...
Kıbrıslı Türkler; her türlü devlet olanağından mahrum edildi...
Ekmeğe, zeytine, pirince ve bulgura muhtaç duruma düşürülen Kıbrıslı Türkleri destekleyen tek ülke Türkiye oldu...
Türkiye; Kıbrıslı Türkleri hiçbir zaman açıkta bırakmadı...
Kıbrıs Cumhuriyeti’nden silah zoruyla uzaklaştırılan kamu görevlilerinin maaşlarını gönderdi...
Göçmenlerin çadırlarını, ihtiyaçlı ailelerin gıda maddelerini karşıladı...
Ve 20 Temmuz 1974’e kadar sabırla bekledi...
Faşist Yunan Cuntası, 15 Temmuz’da darbe girişiminde bulunmasaydı, Türkiye; askeri bir harekata girişmezdi...
Olanların tüm sorumlusu faşist Cunta’dır...
Ne yazık ki; Rum gençlerinin tamamına yakını bu gerçekleri bilmiyor...
Eğitim sistemleri bunu engelliyor...
Kilise ve Rum siyasi liderliği kesinlikle gerçeklerin öğrenilmesini istemiyor...
Gerçekleri söyleyen olursa anında susturuluyor...
Ama artık bu tabunun yıkılması gerekiyor...
İlk adres AB’dir
Peki kim yapacak bunu?..
Aslında ilk adres Avrupa Birliği’dir…
Ne var ki; Avrupa Birliği başından beri Kıbrıs konusunda tek yanlı davranışlarını sürdürüyor…
AB Komisyonu Başkanı Juncker, hiç çekinmeden kürsüye çıkıp “Ben Kıbrıslıyım” diyerek, Rum politikasına tam destek verdiğini söyleyebiliyor…
Juncker’in “Ben Kıbrıslıyım” sözü ile “Ben Kıbrıslı Rumlardanım” demek istediğini görmezden gelemeyiz…
Ne var ki; siyasilerimiz bu tür ‘ince siyaset oyunlarını’ göremiyor ve göremedikleri için de tek kelimelik bir açıklama yapamıyor…
Halbuki; Juncker’e ve bugün adaya gelecek olan Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk’a söyleyecek çok sözümüz vardır…
En başta 2004 referandumunu ve Kıbrıslı Türklerin bu referandumda çözüme “evet” demesine karşın, Rumların “hayır” diyerek ödüllendirilmesini hatırlatmak görevimiz değil midir?..
Çözüme “evet” dediğimiz halde cezalandırılan biz olduk…
AB yardımlarından yeterince yararlanamadığımız gibi, çözümsüzlüğe oynayan Rum tarafına çok yüklü miktarlarda yardım yapmaktan çekinmediler…
Özellikle hava ulaşımında yaşadığımız sıkıntılar yüzünden turizm faaliyetlerini geliştiremediğimiz için çok büyük mali kayıplarımızın olduğunu her fırsatta onların yüzüne karşı haykırmamız gerekirken, bizler de bunu yapamadık…
Yıllarımız ‘kısır iç politik’ çekişmelerle geçti…
Hala aynı komediyi oynuyoruz…
Çok yazık…