banner564

James Buchanan ve romantizmden arınmış siyaset

Amerikalı iktisatçı Peter Boettke yazıyor:

‘’Kadim efsaneye göre, bir Roma imparatorundan şarkı söyleme yarışmasına katılan iki kişi arasında karar vermesi istenmiş. İmparator ilk yarışmacıyı dinledikten sonra, ikincinin ilkinden daha kötü olamayacağı varsayımıyla, ödülü ikinci yarışmacıya vermiş. Oysa bu varsayım kesinlikle yanlış olabilirdi, çünkü belki ikinci yarışmacı ilkinden daha da kötüydü. İktisattaki ’piyasa başarısızlığı’ teorisi de imparatorla aynı hatayı yapmıştır. Piyasa ekonomisinin genel rekabet dengesiyle ilgili ideallere ulaşamadığının gösterilmesi bir şeydir, kamusal faaliyetin bu başarısızlığı maliyetsiz olarak düzeltebileceğini ileri sürmek tamamen başka bir şey. Ne yazık ki, bu yolda çok analitik çaba gösterilmiştir. Oysa 1960’larda birçok bilim insanı siyasî sektöre ilişkin bu romantik vizyonun balonunu patlatmıştır. Fakat akademik ilginin (bu yöne] kaymasının onurunu hak edenler James Buchanan ve Gordon Tullock’tur.’’ (Living Economics, 2002, s. 249)

Evet, 60’lı yıllarda bilim dünyasında ve siyasetçiler, kamu politikaları uzmanları ve bürokratlar arasında siyasete ilişkin olarak romantik bir görüş hâkimdi ve bu durum aslında İkinci Dünya Savaşını izleyen yıllarda başlamıştı. James Buchanan’a göre, hükümetin sosyal problemleri diğerkâmcı bir şekilde çözen bir kolektif karar verme süreci olduğu görüşü hem siyaset teorisinde hem de iktisatta uzun bir geçmişi olan romantik bir gelenektir. Hemen hemen herkes bütün toplumsal sorunların siyasal faaliyet yoluyla -yani devlet eliyle- kolaylıkla çözülebileceğine inanılıyordu.

Kısaca devletçilikti bu. Norman Barry’nin 80’li yıllarda yazdığı gibi, Büyük Savaş sonrasında Avrupa’da baskın olan ‘’sosyal demokrat konsensus’’ devlete duyulan aşırı bir güveni yansıtıyordu.  

Siyasete romantik bakış kendisini iki farklı şekilde gösteriyordu. İlk olarak, seçilmiş -ve dolayısıyla ‘’halkı temsil eden’’- siyasetçiler ile kamu politikalarını uygulayan bürokratlar kişisel çıkar gütmeyen ve sadece ‘’kamu yararı’’na hizmet eden meleklermiş gibi tasarlanıyordu. Seçilmiş olduklarına göre halkın çıkarlarını temsil ettiklerine şüphe yoktu. Düzenli, açık ve adil seçimlerle belirlendikleri sürece, toplum iradesini ortaya koymuş olacak ve hükümet bu iradeyi hayata geçirecekti. Demokratik hükümetler yurttaşları temsil ettiklerine göre, onlara karşı sorumluydular ve en azından bu nedenle onların yararına hareket ederlerdi.   Buna karşılık, özel alanlarında ve piyasada iş ve işlem yapan bireyleri motive eden kişisel çıkar güdüsünden başka bir şey değildi. Kişisel çıkar da zaten kötü bir şeydi.

Oysa, Buchanan ve Tullock’un öncülük ettiği Kamu Tercihi Okulu iktisatçılarına göre, siyasetçiler ile bürokratların sırf kamu görevinde oldukları için kamu yararını artıracaklarını iddia etmek yanlıştı. Çünkü hükümetler de faaliyetlerini özel sektördeki insanları motive eden aynı kişisel çıkarın yönlendirdiği bireylerden oluşur. Buchanan ve diğerleri yarım asırdan fazla bir süredir kamu görevlilerinin de fayda azamileştirici olduklarını ve piyasada işlem yapan sıradan kişiler gibi onları da kişisel çıkar güdüsünün yönettiğini gösteren zengin bir literatür ortaya koydular.

James Buchanan öncülük ettiği Kamu Tercihi Okulunun akademik faaliyetin odak noktası ‘’siyasetin iktisadî incelenmesi’’ veya ‘’siyasal süreçlerin iktisadî analizi’’ olarak nitelendirilebilir.  Buchanan iktisat gibi siyasetin de konusunun mübadele olduğunu ileri sürmüştür. Onun için, iktisatçıların piyasaların işleyişini analiz etmekte kullandıkları kavramsal araçlar ve varsayımların aynısı siyasal karar sürecini analiz etmekte de kullanılmalıdır.

Romantik siyasetin ikinci varsayımı piyasanın sadece özel çıkara hizmet ettiği ve ‘’kamu malları’’nı üretemeyeceğidir. Özel bireye güvensizlikle birleşen demokratik hükümetlere ve çıkardan arınmış bürokratlara duyulan aşırı güven, piyasaların üretemeyeceği, ortak kullanıma açık mal ve hizmetleri devletin mükemmel bir şekilde üretebileceği düşüncesine götürüyordu.  Başka bir deyişle, piyasaların başarısız olduğu yerde devletin başarılı olacağı varsayılıyor; Boettke’nin terminolojisiyle söylersek, piyasaların başarısız olduğu yerde devletin başarılı olacağından peşinen emin olarak ‘’ödül’’ devlete veriliyordu.

Gerçi James Buchanan da, diğer klasik liberaller gibi, piyasanın ‘’kamu malları’’nın üretiminde başarısız olabileceğini kabul etmektedir. Esasen onun devletin işlevsel yapısıyla ilgili teorisi devletin sadece ‘’koruyucu’’ değil, aynı zamanda ‘’üretken’’ bir işleve de sahip olduğunu, yani kamu mallarını üretmenin de devletin temel bir işlevi olduğunu öngörmektedir. Burada Buchanan ve klasik liberaller açısından mesele, piyasanın başarısızlığının kendiliğinden devlet faaliyetinin başarılı olacağı anlamına gelmeyebileceğidir. Yani ‘’piyasa başarısızlığı’’ yanında bir de ‘’devlet başarısızlığı’’ vardır.

Buchanan ‘’devlet başarısızlığı’’ terimini hükümetin belirlediği kaynak tahsislerinin de kusursuz olmadıklarına işaret etmek anlamında kullanmıştır. Bundan dolayı, eğer kaynakların piyasa tarafından tahsisi ile hükümet tarafından tahsisi arasında tercih yapmak gerekirse, kusurlu reel piyasa ancak kusurlu gerçek hükümetle karşılaştırılmalıdır.

Devlet başarısızlığı iki problemden kaynaklanır. İlk problem, birçok durumda politika belirleyiciler kaynakları etkin olarak tahsis etmek için zorunlu olan bilgiden yoksundurlar. İkinci problem, karar alıcılar optimal politikalar için gerekli olan enformasyona sahip olsalar bile, bu tür politikaları uygulamak için yeterince güçlü müşevviklere sahip değildirler. Seçilmişler hep bir sonraki seçimi düşünerek genellikle kendi popülaritelerini artıracak şekilde hareket ederler; bürokratlar da çoğu zaman maaşlarını veya kurumlarının bütçelerini  artırma saikiyle karar alırlar.

Buchanan’a göre, piyasa bireylerin içine girdikleri gönüllü mübadele süreçlerinin kurumsallaşş halidir. Bireyler birbiriyle işbirliği yapar, anlaşmalar akdeder ve ticaret yaparlar. Bu alışveriş sürecinden doğan ilişkiler ağına, kurumsal çerçeveye, piyasa denir. Piyasaların devlet karşısında iki üstünlüğü vardır. İlk olarak, piyasa mübadeleleri bütün işlemcilerin durumunu iyileştirir, bu da sosyal refahı artırır. Siyasî kararlar ise bazı kişi veya gruplara yarar sağlarken bazılarına maliyet yüklerler; onun için kolektif kararların sosyal refahı artıracağının hiçbir garantisi yoktur.

Piyasaların ikinci üstünlüğü, cebrî devlet faaliyetinin aksine, piyasalar insanların birbirleriyle etkileşime geçmelerine, gönüllülük temelinde işbirliği yapmalarına dayanırlar. Piyasanın esaslı bir unsurunu oluşturduğu ‘’liberal bir sosyal düzenin meşruluk temeli’’, Buchanan’ın kendi ifadesiyle, ‘’sosyal organizasyon meselelerinde bireylerin nihaî egemenler oldukları, bireylerin altında yaşadıkları organizasyonel-kurumsal yapıyı seçmeye yetkili/hakları olan varlıklar oldukları normatif öncülünde yatmaktadır.’’

Genel siyasî teorisi bakımından Buchanan klasik liberalizmin ‘’sınırlı devlet’’ anlayışını -ünlü kitabının başlığındaki ibareyle- ‘’anarşi ile Leviathan arasında’’ bir yerde konuşlandırmaktadır. Ona göre, siyasî sistemin uygun kontrol ve denge mekanizmalarını içermesi kaydıyla, devletin pozitif (‘’üretken’’) rolü keyfilik anlamına gelmeyecektir. Buchanan’ın kendi ifadesiyle: ‘’Klasik liberaller anarşiye düşme tehlikesini önleyecek kadar güçlü olan, ama Leviathan gibi davranma sapmasına yenik düşmeyecek işler bir anayasal denetler ve dengeler mekanizmasıyla sınırlanmış bir yönetim peşindedirler.’’   

YORUM EKLE

banner471

banner474