‘’İyi toplum’’un mahiyeti kadim zamanlardan beri siyaset felsefesinin ana ilgi konusu olmuştur. Klasik anlayış ‘’iyi toplum’’un ne olduğu sorusunu kişisel erdem temelinde cevaplandırıyor ve böylece iyi toplumun esas olarak ‘’erdemli insanlar’’dan oluşan toplum olduğunu söylüyordu. Bu erdemler arasında çoğunlukla ‘’adalet’’ de yer almakla beraber, adalet kurumsal olmaktan çok bireysel erdem meselesi olarak görülüyordu.
Oysa ’’iyi toplum’’a ilişkin modern anlayış esas olarak toplumun örgütleniş tarzı ve kurumsal yapısı üzerinde odaklanması bakımından klasik anlayıştan farklıdır. Modern anlayışlarda toplumun temel yapısının veya kurumlarının ‘’iyi’’liği de, ya bu kurumların neler olduklarına ve hangi insanî değer veya amaçları somutlaştırdıklarına, ya da bunların ürettikleri toplumsal sonuçların neler olduğuna bakarak değerlendirilmektedir.
Mamafih, bu iki perspektif zorunlu olarak birbirinin karşıtı değildir; çoğu durumda ‘’değerler’’ ile ‘’sonuçlar’’ birbiriyle yakından bağlantılıdır. Söz gelişi, hem kültürel bakımdan yaratıcı ve yenilikçi hem de bilim ve teknoloji bakımından ‘’ileri’’ bir toplum olmak en başta ifade özgürlüğü ve akademik özgürlüğün kurumsal güvencelere bağlanmasıyla mümkündür. Bunun gibi, yoksulluğu azaltmak ve refahı artırmak istiyorsanız, kapsamlı bir ekonomik özgürlüğü garanti eden kurumlara, kısaca serbest piyasa ekonomisine, ihtiyacınız vardır. Ama iktisadî özgürlük aynı zamanda kişinin kendini gerçekleştirmesi ve özerkliğini güçlendirmesi bakımından da temel değerdedir.
Öte yandan, ‘’iyi toplum’’un sadece bir iyi niyet meselesi olmadığını da gözden kaçırmamalıyız. Temel değer ve idealleri kurumsal yapıların doğurması mümkün ve muhtemel ‘’sonuçlar’’dan bağımsız olarak düşünemeyeceğimizin önemli bir nedeni bu noktada yatmaktadır. Başka bir deyişle, bireysel hayatta olduğu kadar toplum hayatında da, amaçlar kadar araçlar da önemlidir. Gerçekleştirilebilirliği kuşkulu bir kamusal amacın hedeflenmesinin anlamlı olup olmadığı da elbette tartışılabilir; ama amacınızın ‘’doğru’’ veya ’’değerli’’ olduğu varsayımı altında bile, ’’yanlış’’ -yani işlemeyen veya amaçlananın tersine sonuçlar doğuran- araçların seçilmesi sırf fâilinin sözde iyi niyeti hatırına masum sayılamaz.
Şimdi de ‘’iyi toplum’’un geçen yüzyılın iki büyük düşünürü, F. A. Hayek ve John Rawls, tarafından nasıl kavramsallaştırıldığına kısaca göz atalım. Hayek’ten başlarsak: Kanaatimce, şu iki sembolik ifade Hayek’in iyi toplum tasavvurunun veciz bir anlatımını vermektedir: İyi toplum "tesadüfi olarak seçilen herhangi bir kimsenin şansının mümkün olduğunca yüksek olması muhtemel olan toplumdur." Ve: Böyle bir toplumda ‘’genel iyi çok sayıda bilinmeyen farklı amaçların izlenmesini kolaylaştırmaktan ibarettir.’’
Peki bu hedefler hangi kurumsal yapı veya düzenlemelerle gerçekleştirilebilir? Hayek buna özetle ‘’hukuk önünde eşitliği, hukukun üstünlüğünü, güçlü bir iktisadî özgürlük dâhil olmak üzere sivil özgürlükleri ve siyasî özgürlüğü garanti eden anayasal-kurumsal bir çerçeve aracılığıyla’’ diye cevap verir. Bu, ortak bir amaçlar hiyerarşisi bulunmayan, dolayısıyla kamu otoritesi tarafından kendilerine amaç dayatılmayan kişilerin kendi ‘’iyi’’ anlayışlarını gerçekleştirmekte özgür oldukları bir piyasa toplumudur. Hayek’in toplumsal-siyasal felsefesinde kişilerin ‘’iyi’’likleri onların sadece ahlâkî ve kültürel dünyaya ilişkin olarak tercihler yapabilmeleriyle sınırlı değildir; bireyin iyiliği, aynı zamanda onun maddî-ekonomik hayat alanında da özgür tercihler yapabilmesine bağlıdır.
Rawls’a gelince, o ekonomik özgürlüğün temel bir değer sayılmadığı bir iyi toplum tasavvur etmektedir. Gerçi ‘’özgürlük’’ bu tasavvurda da öncelikli ilkedir ama bu ilkenin iktisadî alandaki karşılığı çok zayıftır. Daha açık bir deyişle, sadece kişisel mülkiyet ve iş/ meslek seçme özgürlüğüne yer veren bu şemada güçlü bir iktisadî özgürlük ‘’temel özgürlükler’’ arasında yer almaz. Nitekim bu şemada sözleşme serbestisi ile üretim araçlarında özel mülkiyet temel birer hak olarak yer almamaktadır. Kısaca, Rawls’un ‘’iyi toplum’’u serbest piyasa ekonomisi ile sosyalist ekonomi arasında tarafsız olmak iddiasındadır.
Öte yandan, Rawls bir istisnayla birlikte eşitlikçi bir toplumdan yanadır; bu istisna, toplumun sosyo-ekonomik bakımdan en zayıf kesimlerinin desteklenmesidir. Yani, toplumun en az avantajlı üyelerinin en büyük yararına olmadığı sürece, gelir ve zenginliğin eşit dağıtılması gerekir.
Ne var ki, yeniden dağıtımcılığın devletin kişilerin özgürlük alanlarına keyfî müdahalelerde bulunma kapasitesini artıracağı açıktır. Öte yandan, üretim araçlarının özel mülkiyeti ile sözleşme serbestisini temel birer hak olarak garanti etmeyen bir ekonomi-politik sistemin toplumun dezavantajlı kesimlerinin durumunu hatırı sayılır derecede iyileştirecek kadar refah üretebileceği de çok şüphelidir.