O korkunç terör saldırısından sonra Fransızlar, acaba, “Bu felaket neden başımıza geldi? Ne yaptık da bize bunu reva gördüler,” diye düşündüler mi?
Paris’te olanların Irak’ta on üç, Suriye’de dört buçuk yıldır her gün yaşandığı akıllarına geldi mi?
Irak’ta intihar saldırısı ve benzer şiddet olaylarında ayda ortalama 1,500 den fazla sivil hayatını kaybediyor. Sadece Paris’teki katliam gecesinin gündüzünde 51 sivil öldü.
Amerika ve İngiltere’nin 2003 istilasından bu güne Irak’ta dökümante edilmiş sivil ölü sayısı 166 binden fazla. Ama, gerçek rakamın bunun çok üstünde olduğu muhakkak.
Irak’taki ölü sayısının hesabını tutan https://www.iraqbodycount.org adlı siteye göre ülke “Dev bir, işaret konmadan gömülen insanlar mezarlığıdır.”
Suriye’de durum daha da ürpertici. Dört buçuk yıllık iç savaşta 200 binden fazla sivil öldü.
Irak’ta ve Suriye’de ölenler için ne Notre Dame katedralinde ayin yapıldı ne de herhangi bir yerdeki büyük bir camide.
Paris katliamından sonra BBC, CNN, Euronews, hatta sahibi Arap ama çalışanlarının çoğu İngiliz ve Amerikan Al Jazira günlerce canlı yayın yaptı. Bu kuruluşlar, can kaybı ne kadar büyük olursa olsun, Suriye ve Irak’taki hiçbir katliama bu kadar zaman ayırmadı.
Suriye ve Irak’takiler daha güzel bir ölümle mi ölmüşlerdi? Daha az mı masumdular?
Arkalarından ağlayan olmamış mıydı? Onların ailelerinin dünyaları başlarına yıkılmamış mıydı?
Kendini sütten ak sanan Batı’nın bencilliğini, duyarsızlığını, kibrini, kendinden başkasının acısını hissetmemesini insanın aklı almıyor.
Paris’te ölenler için yas tutan Fransızlar, acaba, kendilerine, “Fransa’nın Suriye’de ne işi var? Neden uçaklarımız orada fırtına ekiyor da biz burada rüzgar, biçiyoruz,” diye sordular mı?
*
11 Eylül 2001’de Usama Bin Ladin’in 19 adamı dört Amerikan uçağı kaçırdı. Uçakların ikisi New York’taki Dünya Ticaret merkezinin gökdelenlerine çarptırıldı. Bir uçak Washington’daki Amerikan savunma bakanlığına vurdu. Sonuncusu Pennsylvania’daki bir tarlaya düştü. Üç binden fazla insan öldü.
Dünyayı, ama özellikle Amerika’yı şoke eden bu saldırılar karşısında Washington bir şey yapmadan duramayacaktı. Muhakkak gücünü gösterecekti. Bin Ladin ve adamlarına karşı savaşmak bir hayaletle boğuşmaktan farksız olacağı için başka ve daha dramatik bir hedef arandı ve bulundu. Irak.
Saddam’ın atom bombası yapma hazırlığı içinde olduğu yalanı uyduruldu ve 2003’ün martında birinci aptallık icra edildi: George Bush,İngilizleri yanına alıp “Demokrasi götürüyoruz” sloganıyla Irak’ı istila etti. Irak çarçabuk düştü.
Kısa zamanda Bush’un işgal ettiği ülkeyle ilgili pek fazla şey bilmediği, bilenleri de dinlemediği ortaya çıktı. Ordu ve bürokrasi dağıtılarak ikinci aptallık icra edildi. Yönetim azınlık Sünnilerden çoğunluk Şiilere geçti, onlar da hemen Şii İran’ın kucağına düştüler. Saddam döneminde Sünniler Şiileri ezerken ezilme sırası Sünnilere geçti. Şiilerle Sünniler arasında bir şiddet tufanı baş gösterdi. Anarşi hükümdar oldu ve Irak yönetilemez hale geldi.
İşid bu ortamda doğan, Suriye’deki iktidar boşluğundan da yararlanarak büyük bir alana yayılan, Sünni bir barbar ordusudur.
ABD ve İngiltere Irak’a girmemiş olsalardı ne İşid olacaktı, ne yüzbinler ölecekti, ne Paris katliamı.
Suriye’deki sakin ayaklanmanın iç savaşa dönüşmesinin en büyük nedeni de Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin Esad karşıtı güçlerin eline silah ve para vermesidir. Türkiye, ayrıca, sınırlarını olabildiğine açarak Suriye’nin cihatçılar ve Avrupalı it kopuklarla dolmasına yol açtı.
Sonra yaratılan canavarlar yaratıcılarının
kontrolünden çıktılar.
ABD Türkiye ve Fransa dahil altmıştan fazla ülkeyi yanına alarak İşid’e karşı savaş açtı.
İran, ve daha sonra Rusya, Esad’ı yedirmek için devreye girince Irak ve Suriye çamuru ta Paris’e kadar sıçrayan bir şiddet bataklığına dönüştü.
Dış güçler karışmamış olsaydı, büyük bir olasılıkla Suriye’de iç savaş çıkmayacak, yüzbinler ölmeyecek, Paris’te katliam yapılmayacaktı.
*
Barbarlıkta hiçbir devletin diğerine verecek dersi yoktur.