banner564

İfade özgürlüğü: Olmadan olmaz

Geçenlerde, ilâhiyatçı bilim adamı Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün kendi uzmanlık alanıyla ilgili bir konuda vaktiyle dile getirmiş olduğu ‘’heretik’’ sayılan görüşleri nedeniyle dinci çevrelerden gördüğü baskı sonucunda görevinden istifa etmek zorunda kalması Türkiye’de ifade özgürlüğünün ve dolayısıyla akademik hayatın ne kadar içler acısı durumda olduğunu gösteren yeni bir olaydır. 
Özellikle son yıllarda, terörist eylemcileri bir yana bırakırsak, toplumun en büyük risk altında olan kesimleri arasında bilim insanlarının ‘’seçkin’’ bir yeri vardır. Son beş yılda inançları, görüşleri veya sempatilerinden dolayı işten çıkarılmak ve hapse atılmak gibi yollarla mağdur edilen ve sayısı yüzbinleri bulan insanların azımsanmayacak bir kısmını maalesef akademisyenler oluşturmaktadır. 
Ancak, Profesör Öztürk’e gösterilen tepkinin şiddeti bizi bu anormalliğin din gibi ‘’hassas’’ bir konuya özgü olduğunu düşünmek yanılgısına düşürmemelidir. Çünkü Türkiye’de hem toplumun hem de devlet ve siyaset seçkinlerinin nazarında mebzul miktarda ‘’hassas’’ konu vardır ve bunlar dinle ilgili olanlarla sınırlı da değildir. Malum, bunun daha (KHK’lılar meselesinde örneklendiği gibi) ‘’Kürt meselesi’’ tarafı var, (öteden beri aşinası olduğumuz gibi) Atatürkçülük tarafı var, (vaktiyle ‘’Cumhuriyet mitingleri’’nden bildiğimiz) ‘’mesele vatansa her şey teferruattır’’ tarafı var. 
Oysa insanların -özellikle de düşünen insanların ve bilim insanlarının- görüş ve düşüncelerin serbestçe ifade edilemedikleri bir toplum özgür bir toplum değildir. Özgür olmayan bir toplumun ise en başta medenîleşmesi mümkün değildir; böyle bir toplum bireylerin hayatlarını anlamlı hale getirecek imkânlardan, zihinleri yeni ufuklara açacak ve toplumu her alanda ileri götürecek yaratıcılıktan yoksundur. Böyle bir toplumda düşüncelerin ve yaratıcılıkların yarışması diye bir şey söz konusu olamaz. 
Kısaca, ifade özgürlüğü hayatın her alanında, ama özellikle de bilimin gelişme ve ilerlemesinde temel önemdedir. Türkiye’nin kültürde ve sanatta olduğu gibi bilimsel alandaki geri kalmışlığının da temelinde ifade özgürlüğünün olmaması yatmaktadır. Böyle bir ortamın dinsel yobazlık için gayet münbit bir zemin oluşturmasına da şaşmamak gerekir.  
Türkiye’de bilim yapmak gerçekten de gitgide imkânsızlaşıyor. Gerçi AKP öncesinde de bu bakımdan durumumuzun pek parlak olduğu söylenemez ama en azından çok-partili siyasete geçildiğinden beri bilimsel araştırma için bugün olduğu kadar elverişsiz bir duruma hiç şahit olunmamıştı. Son yıllarda üniversitelerde kayırmacılığın artması ve akademik standartların gitgide düşürülmesi, kısaca ehliyet ve liyakatin partizan sâiklerle sürgüne gönderilmesi elbette akademik performansın gerilemesinde çok etkili olmuştur. Bu gerilemenin en göze batan ifadesini televizyon ekranlarındaki ‘’tartışma’’ parodilerinin müdavimi olan akademik ünvanlı zevatın çoğunun sergiledikleri acınası performansta gözlemlemek mümkündür.  
Yine de Türkiye’de üniversitelerle ilgili asıl mesele akademik ifade özgürlüğü üstündeki anayasal (m. 27/2 ve 3; m. 130/4), yasal (Yükseköğretim Kanunu, m. 4 [Amaç],m. 5 [İlkeler]) ve idarî (YÖK’ten ve üniversite idarelerinden kaynaklanan) nitelikteki çok kapsamlı kısıtlamalardır. Daha açık bir şekilde söylemek gerekirse, Türkiye’de akademisyenlere bile ifade özgürlüğü tanınmamıştır. Yukarıda işaret ettiğim gibi, öteden beri var olan Atatürkçülükle, milliyetçilikle ve Kürt meselesiyle ilgili ifade yasaklarına şimdi bir de iktidar partisinin bazen ‘’millî ve manevî değerler’’in bazen de ‘’din’’in korunması adına getirdiği birçoğunun yasal temeli bile bulunmayan yasaklar ve tabular eklenmiş bulunuyor. 
Başka bir ifadeyle, Türkiye’de akademisyenlerin araştırmalarında -veya araştırmaları vesilesiyle- dile getirdikleri görüş, tez ve önerilerin artık sadece devletin Atatürkçü, Türkçü ve ‘’vatanseverlik’’çi hassasiyetlerine değil, ayrıca AKP’nin ve onun toplumsal tabanının ‘’dinci’’ hassasiyetlerine de aykırı düşmemesine dikkat etmeleri gerekiyor. Daha da vahim olan, bu kısıtlamalara uymayan bir akademisyeni bekleyen tehlike sadece disiplin müeyyideleri veya medenî müeyyideler değildir; bugünkü Türkiye’de ‘’muhalif’’ bilim insanları aynı zamanda işinden olmak ve hapse girmek riskiyle de karşı karşıyadırlar.
Hâsılı, hiçbir alanda ifade özgürlüğü olmadan olmuyor. 

YORUM EKLE

banner608

banner474