Bir ülke düşünün, yönetimine gelen kimselerin çoğunun ihanetine uğramış!
Dar kaynakları har vurulup, harman savrulmuş, hovardaca yapılan harcamalar nedeni ile zarara uğratılmış ama kimselerden bunun hesabı sorulmadığı için böylesi uygulamalar adeta usulden görülmüş, gelenek haline sokulmuş, gelen vurmuş, giden vurmuş.
Hele bazıları inanmadığı bir yapının meclisine kurulmuş, bütçesinden nemalanmayı “devlet malını deniz” den saymış.
Hataları gelen gidenin üzerine atmayı gelenek haline sokmuş, giderken de hesaplar hep açık tutulmuş.
Hesap verme alışkanlığı olmadığından politika en muteber tutulan işlerden olmuş!
Gerçeklerin saklanamayacak duruma gelmesi bile doğru yollara sapılmasına neden olamamış.
Öyle bir hale sokulmuş ki ülkede elle tutulur hiçbir şey kalmamış.
Yollar adeta intiharlarda, ya da birilerinin hayatına kastta kullanılan vasıtalar olmuş, devlet hizmetleri vatandaşa işkence çektirilen merkezler haline konmuş, sağlık hizmetleri sağlıksızlıkla eş tutulmuş!
Vergi yöntemleri, az kazanandan çok, çok kazanandan az alınır hale getirilmiş, devleti adeta çalmak marifetten sayılmış!
İnsanlar çarşıya, pazara çıkamaz olmuş, en temel tüketim maddeleri altın olmuş!
Kısacası kara bitmiş durumda, karşıda engin denizler var. Bu badireden kurtulmak için fedakarlık lazım.
Fedakarlıkta vatandaşa örnek olmak lazım.
Sadece yürünemez hale gelen yolların bakımı için, sadece hastaneleri vatandaşa gerçek anlamda hizmet verebilen hastaneler yapabilmek için değil.
Ülkeyi yaşanabilir hale koymak için.
Devlet kapısını, rahat para kazanabilir tekke konumundan çıkarabilmek için!
Örtülü ödeneklerden başlayarak, siyasi partilere yapılan devlet katkılarına varıncaya kadar el atmak farz oldu.
Hani örtülü ödeneklerdeki perdeler kalkacak, vatandaş bu paraların nerelere gittiğini bilecekti?
Aksine örtülü ödenekteki perdeler kalınlaştıkça kalınlaştı.
Hani RHA’lara sıkı denetim getirilecek, sayıları azaltılacaktı?
Devlet araçları ile çarşı pazarlar, okullardan çocuk aramalar hiç durmadı ki!
Maaşlar kadar ek mesailerden mi söz etsem, sabahlara kadar açık bırakılan klimalara mı değinsem.
Ya devlete yapılan hatalı alımlardan, hizmetlerdeki zararlardan, ihalelerdeki denetimsizliklerden kaynaklanan vurgunlara ne demeli?
Arkasını kollayan, açıklarını kapatan, hak dedi mi veren- huk dedi mi sokuşturan bir gücün varlığı söz konusu olmasaydı acaba bu hesapsız işlerle ne kadar zaman ayakta durabilirdik?
Ya da böylesi uygulamalar içindeki bir ülkeye AB’ye kadar zaman nasıl tahammül gösterirdi?
Soruyorum, kendinden başlayarak devletin radikal önlemlere başvurma zamanı gelmedi mi?