Kalabalık yok. Kirlilik yok. Sinirlilik yok. Site yok. Trafik yok. Lokantalarda kazıklanmak yok. Deniz ile yüzmek isteyenler arasına dikilmiş bina yok. Hiçbir yerde denize girmek için para ödemek yok.
Bütün köyler ilk zamanlarından gelen görüntülerini neredeyse tamamen korumuş. Tüm yollar asfalt ve çukursuz. Adanın yüzde doksanından fazlası yeşil.
Yunanistan’ın Türkiye’ye en yakın adalarından biri olan Sakız’ın (Chios) özelliklerini sayıyorum.
Ertürk adlı şirketin külüstür katamaranı ile Çeşme’den Sakız’a yarım saatte gidiliyor. Kuş uçuşu mesafe on kilometreden fazla değil. Ama bu kısa yolculuk sizi başka, sizinkinden rahat ve keyifli, düzenli ve varlıklı bir dünyaya götürür. Biz niye böyle değiliz, bizim ülkemiz neden böyle değil, sorularını sordurur.
Sana bana sordurur, ama bizim hayıflanmaktan başka yapacak bir şeyimiz yoktur.
Gücü elinde tutanlar, her şeyi daha iyi yapabilecek iken yapmayanlar bu soruları sormaz. Çünkü onlar durumdan memnundurlar. Yolların çukurlarla dolu olması, zenginlerden başkasının denizlerin ve lokantaların keyfini çıkaramaması, yerleşim yerlerinin çirkin ve pis olması, yalıların ve yeşil alanların sitelerle doldurulması, halkın büyük çoğunluğunun mutsuz ve ümitsiz olması onları ilgilendirmez.
Onların banka hesaplarından para taşar. Altlarında lüks arabalar, başkalarından çok kendileri için çalıştıkları işlerinden sonra gittikleri büyük ve rahat evleri var. Çocukları paralı okullarda okur.
Onlar paralel bir dünyada yaşarlar. Keyifleri çakır.
Öyle de bu, yukarıdaki soruları cevaplandırmıyor: Neden onlar öyledir de biz böyleyiz? Neden orası öyle de burası böyle?
Neden bizim yöneticilerimiz paragöz ve bencildir?
Sanırım cevap, yönetim anlayışındadır.
Bu anlayışı fetih ve talan; vergi toplayıp karşılığında bir hizmet verme zorunluluğu hissetmeyen Osmanlı’dan devraldık.
“Yok, öyle değil,” diyenler Osmanlı’nın Anadolu’da var olduğu 700 ve Kıbrıs’ı elinde tuttuğu 300 küsur yıl zarfında oralarda ne kadar yol yaptığını, ne kadar okul ve hastane inşa ettiğini, kaç fabrika açtığını, kaç kilometre demiryolu döşediğini incelesin.
Bizde devlet önce devleti yönetenler için vardır, sonra halk için.
Devlet de onu yönetenler olduğuna göre ülkenin kremasını onlar yer. Onların anlayışında Tanrı’dan gelen bir çeşit lütuftur bu.
Kamu yararı konsepti zayıf, kişisel çıkar sağlama güdüsü güçlüdür. Kul olduğu, bağımsız düşünme yeteneğine sahip olmadığı için halkın büyük çoğunluğu buna karşı çıkmıyor.
Çıkanlar ise kolay satın alınıyor veya susturuluyor.
Türk Yunan hududu Avrupa’yı Orta Doğu’dan ayıran sınırdır. Bu sınır cam gibidir. Karşıyı görebilirsin, ama ne oradan buraya ne de buradan oraya bir anlayış geçişi olur: Bakarız, görürüz ama onlar gibi olmak için bir çaba sarf etmeyiz.
Eski çağların en ünlü matematikçi, geometrici ve astronomlarından olan, heykelini yazımın yanında görebileceğiniz Hippocrates (MÖ 470-410) Sakız’lıdır.
Tarih, bir milletin içinde yeşerdiği topraktır. Bizim toprağımız buna yetiyor.
Sayın MM’ nin 30 yıldır okuruyum. Doğa yazıları hariç, (-ki onlara da bayılıyorum!) bu tür yazılarını, yüreğimin derinliklerinde hissederek, hayıflanarak, içim sızlayarak okurum..!
Teşhisleri de harikulade.
Allah sonumuzu hayır etsin, diyoruz..
Ama ruhumuzdaki sızı geçmiyor, artarak devam ediyor! Teşekkürler Sayın MM.